Quantcast
Channel: Hoparlör – Stereo Mecmuası Hifi ve Müzik Konulu Türkçe E-Dergi
Viewing all 69 articles
Browse latest View live

Dynaudio Excite X14 Bölüm 2

$
0
0

Kritik dinlemeye de bu saatte başlıyorum. İlk olarak hoparlörü zorlamayacak sakin, yumuşak, keyifli bir şarkı seçiyorum. Spyro Gyra’nın “In Modern Times” albümünden Groovin’ For Grover. Groove ritimlerin hâkim olduğu şarkıda bas gitar, saksafon, piyano ve baterinin oluşturduğu bütünlük ve akıcılık karşısında etkilenmemeniz mümkün değil. Her katmanı olanca net ve doğal bir şekilde duymanızın dışında hâlâ arka planda bir takım detayların gizli olduğunu keşfetmeniz insanı mutlu ediyor. Açık, tane tane bir sunum söz konusu.

Ben Harper And The Blind Boys Of Alabama’nın “There Will Be A Light” albümünü koyuyorum arkasından. Bu çok güzel bir albüm olduğu kadar kayıt açısından da ilginç bir çalışmadır. Arka planda birçok detay olmasına rağmen yanlış sistemde baslardan dolayı pek çoğu kulağınıza ulaşamadan yok olur gider. Dynaudio X14’de her şey olması gerektiği gibi. Baslar sıkı ve hızlı; tizlerin ya da orta seslerin üzerine binmiyor. “Where Could I Go” şarkısında zillerin performansı, zamanlama, piyanonun ve gitarın sesindeki doğallık ve genel olarak müzikteki sıcaklık ve akışkanlık ortalamanın çok çok üzerinde. Arka plandaki gitar amfisinden gelen hum sesi bile kulaklarınıza kadar ulaşıyor.

Coldplay’in “A Rush Of Blood To The Head” genel karakteri itibarıyla tizlerin yoğun olduğu ve bas tonlaması nedeniyle parlak ve fazla açık çalan sistemlerde insanı yoran bir albümdür. O yüzden bir sonraki adımda bu albümü tercih ediyorum. Albümün kapanış şarkısında hoparlör neredeyse kayboluyor. Chris Martin adeta odanın içinden size sesleniyor. Hoparlörün başlardaki o kutu efektinden eser yok. “Green Eyes” şarkısında gitarın kasasından gelen sesleri, penanın teller üzerindeki sürtünmesini duyuyorsunuz. Tizlerdeki çözünürlük ve kontrol öyle üst seviyedeki dinlerken sizi asla irite etmiyor. Kimi zaman basların eksikliğini bir parça hissetseniz de totalde sizi mutlu edecek bir performans söz konusu. Pırıltılı ama yormayan, en üstte bile saklı olan tiz sesleri duyabildiğiniz bir sound var karşınızda…

Son olarak sahneyi anlamak adına Mark Knopfler’ın “Screenplaying” albümünü dinlemeye başlıyorum. Knopfler’ın film müziklerinden oluşan albüm, üflemeli çalgıları, klavyeleri, derinliği ve ruhani yanıyla her zaman ilgimi çekmiştir. Eğer günlük hayattan biraz uzaklaşmak istiyorsanız tercih edebileceğiniz türden bir albümdür. Excite X14, Irish Boy’da kendinizi İrlanda’da hissetmeniz için elinden geleni yapıyor. Geriye ve yukarıya doğru uzayan ziller şarkının masalsı ortamına öyle bir lezzet katıyor ki karşınızda oluşan sahneden etkilenmemeniz mümkün değil. Hem geniş hem de büyük bir sahne söz konusu. Islık, flüt, klavye, bas gitar ve davulun iç içe geçmişliği ve uyumu şapka çıkarılacak cinsten.

Özetle Dynaudio yenilediği Excite serisiyle iyi bir iş çıkarmışa benziyor. Öncelikle şunu söylemeliyim, bu hoparlördeki detay ve çözünürlük seviyesi bu fiyat skalasında sık sık rastlayabileceğiniz türden değil. Bunu kuru ve analitik olmadan başarması ise ayrıca takdir edilecek bir durum. Hatta tam tersine bir o kadar da müzikal bir hoparlör var karşınızda. Pek çok kayıt için affedici olabilen, müziğin bütünlüğünden kopmadan, herhangi bir frekans bandını öne çıkarmadan çalmayı başaran bir hoparlör Dynaudio Excite X14. Birkaç albüm hariç genel olarak doyurucu bas performansı da cabası. İnsan onunla müzik dinlerken çoğu zaman “Daha fazla ne olabilir ki” demeden geçemiyor. Doğal sesi, müzikal ve temiz tonları, detay seviyesi ve baş döndürücü tiz performansıyla kesinlikle övgüyü sonuna kadar hak ediyor. Eğer hakkını verebilecek bir amfiyle eşlersiniz size ses sisteminizin gerçek potansiyelini göstereceğinden emin olabilirsiniz. Satın alma listenizin üst sıralarına gönül rahatlığıyla yazabilirsiniz.

Yazı: Burak Meriç
Fotoğraflar Necati Ufuk Başkır / www.baskir.com

Dynaudio Excite X14
Sensitivity: 85dB (2,83V / 1m) IEC Power Handling: 150W Impedance: 8 Ohm Frequency Response (± 3 dB): 50Hz–23kHz Box Principle: Bass Reflex Rear Ported Crossover: 2 way Crossover Frequency: 1900Hz Woofer: 14cm MSP Tweeter: 28mm soft domeWeight: 6.5kg / 14lb Dimensions (W x H x D): 170 x 282 x 246mm Dimensions with feet/grill (W x H x D): 170 x 282 x 262mm
Fiyat:  1.200Euro (KDV Dahil) Stand 3x: 250Euro (KDV Dahil) (Mayıs 2017 itibarı ile)
Temsilci: Select Hifi / www.select-hifi.com

İlk Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar


Bu Fiyat Seviyesi İçin Fazlası Var Eksiği Yok: Dynaudio Excite X14

$
0
0

Dünyadaki en büyük hoparlör üreticilerinden biri Dynaudio. 40 yıl boyunca da çizgisinden, temel felsefesinden ödün vermeden zirvede kalmayı başaran markalardan. Popüler akımlara kapılmadan, iki-üç yılda bir model upgrade etmeden, ufak değişiklerle müşterinin gözünü boyamaya çalışmadan tam 40 yıldır bu sektörde ayakta duran firmalardan. Öyle ki Contour 20’de olduğu gibi bir modeli yenilemesi 12 sene alabiliyor. Ben Dynaudio’yu biraz da Bethesda’ya benzetiyorum. Bir oyun tam oturmadan, beta testlerini geçmeden piyasaya sürmüyorlar. Yenisinin çıkması 7-8 seneyi alabiliyor. Bakınız The Elder Scrolls serisi… Doğrusunu söylemek gerekirse tüketimin çılgınlık halini aldığı bir dünyada bu tip adımlar atan firmalar takdiri fazlasıyla hak ediyor. Tabii siz ne dersiniz bilemem.

Bu güzide markayı daha iyi anlamak için biraz Danimarka’ya da bakmak gerekiyor. Yüzölçümü 42.931 km² olan ülkede sadece 5 milyon 676 bin kişi yaşıyor. Daha iyi anlamanız açısından kıyaslamak gerekirse yüzölçümü Konya’dan (40.838 km²) biraz daha büyük. Ancak bu ülkenin dünya çapında zirveye oynayan pek çok hoparlör markası bulunuyor. Jamo, Dali, Dantax (Raidho ve Scansonic) ve tabii ki Dynaudio… Üstelik size ilk aklıma gelen en popüler markaları saydım. Yani hoparlör konusunda rüştünü ispat etmiş bir ülkeden bahsediyoruz. “Türkiye bu noktaya ne zaman ve nasıl mı gelir?” Bu başka bir yazı ve tartışmanın konusu olsun…

Gelelim Dynaudio Excite X14’ün incelemesine… Tasarım açısından Dynaudio’nun çizgilerini koruyor. Basit, gösterişten uzak ve geleneksel… Öyle son dönemlerde görmeye alıştığımız hormonlu bookshelf’lerden değil. Küçük boyutlarıyla masaüstünde de değerlendirebileceğiniz türden bir hoparlör. Ön yüzde tweeter ve midbass driver’ı mümkün olduğunca birbirine yakın konumlanmış. Arka yüzde ise hava portunun yanı sıra hoparlör terminalleri bulunuyor. Bi-wire’a yer verilmemiş ki ben de ekstra hoparlör terminallerinin gerekli olup olmadığı, işe yarayıp yaramadığı konusunda çok emin değilim. Kurulumu da oldukça basit. Sehpanın parçalarını bir araya getir; tweeter üzerindeki korumayı çıkar, kabloları bağla ve işlem tamam. Unutmadan hoparlör üzerindeki toz korumalarının mıknatıslı olduğunu söyleyeyim…

Gelelim dinleme testine… 17 Mart 2017’de play tuşuna bastığımda ilk dikkatimi çeken şey temiz ve doğal tonları oldu. Sessiz, karanlık arka planı, detay seviyesi, müzikal oluşu ve tizlerin çözünürlüğü, pişmemiş haliyle bile sizi etkisi altına almaya hatta alt çenenizin düşmesine yetiyor. Sesini duyduğunuz andan itibaren pişmemiş olmasından kaynaklanan bazı olumsuzluklara rağmen sizi çok özel bir hoparlörün beklediğini hissediyorsunuz. Diğer hoparlörlerden farklı olarak pişmemiş halinde hırçınlık ve sertlikten eser yok. Tizler parlak ama kulağı tırmalamıyor. Ancak fazlasıyla yumuşak çalan bir hoparlör var karşınızda. Köşeleri yuvarlayan, hangi müzik türünü dinlerseniz dinleyin hepsini aynı şekilde çalan… Baslar genel olarak sıkı ama henüz hız kazanmış değiller. Genel olarak yorgun, uyuşuk bir havası var hoparlörün. Hızlı şarkılarda bu tansiyon düşüklüğünü daha çok hissediyorsunuz. Açık çalmaya yatkın ama bazı şarkılarda ses sanki kabin hacmine takılıyor gibi…

Neyse ki Dynaudio Excite X14’ün pişme süreci insanı delirten türden değil. Öyle “Yok baslar kayboldu, yok tizler iyice sertleşti, yok her gün başka çalıyor” gibi durumlara tanık olmuyorsunuz. Başta saydığım olumsuzluklar 80 saat gibi toparlanma yoluna giriyor. İlk olarak uyuşukluğu üzerinden atmaya başlıyor hoparlör; fokus artıyor, yumuşaklık belli ölçülerde devam etse de o “her şeyi aynı çalma” durumu saatler geçtikçe azalıyor. 250 saat gibi hoparlör kendine geliyor.

İkinci Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Steljes Audio SA60 Bölüm 2

$
0
0

Kablosuz ağın kurulumunda sonra hayatımızı kolaylaştıracak ikinci adıma geçelim. Kullandığınız telefon veya tabletin mağazasından UNDOK isimli yazılımı indirin. Yazılım hem iOS hemde Android platformlarında mevcut. Bu yazılımı daha önce MS2 Music Streamer ile kullanmıştım. Frontier Silicon tarafından üretilen yazılımı son zamanlarda daha fazla cihaz üzerinde destek verilir iken görüyorum. Kullanımı son derece basit olduğu gibi iki konuda size avantaj sağlıyor. Birincisi Bluetooth bağlantıya nazaran telefon veya tabletinizin daha az enerji harcaması. İkincisi ise daha geniş kontrol özelliklerine sahip olmanız. Çok kısa bir kurulumun ardından akıllı telefonunuzda programı çalıştırdığınızda aynı ağa bağlı olan SA60’ı buluyor ve kısacık bir otomatik ayarın ardından aktive oluyor. Bu yazılım sayesinde ağ üzerinden her türlü özelliği kullanabiliyor ve bunları yaparken cihazın başında durmanız gerekmiyor.

Ağa bağlanmanın birinci getirisi internet radyo dünyasına giriş. UNDOK yazılımını kullanarak hatta isterseniz bir servislerine üye olarak favori kanallarınızı düzenleyebilir ve kendinize listeler yapabilirsiniz. Bu opsiyonel bir özellik ve kullanmanıza gerek olmayabilir. Ben genelde hep aynı radyoları dinlediğim için benim açımdan pek cazip değil. Ama devamlı yeni bir şeyleri denemek istiyorsanız yazılım size bunun için gerekli tüm araçları sunuyor. Undok yazılımı üzerinden hepimizin alıştığı özellikleri kullanmak mümkün. Radyoları kategorilere göre, ülkelere göre aramaktan, belirli bir müzik türüne göre aramaya kadar günümüzde standartlaşmış hemen her özelliği kullanabiliyorsunuz.

Dinlediğiniz radyonun adı, o an çalınan şarkı bilgileri gibi tüm detaylar bu tarz tüm cihazlarda olduğu gibi SA60’ın ekranına aynı zamanda da UNDOK yazılımı vasıtası ile akıllı cihazınızı da yansıtılıyor. Uzun lafın kısası internet radyosu konusunda üst sınıf cihazlarda ne özellik var ise SA60 aynılarını size sunuyor.

Cihazın bir diğer özelliği Spotify Connect özelliğine sahip olması. Bu evinizdeki herhangi bir cihazdan Spotify dinlemeye başladığınızda, çaldığınız müziği tek bir tuşa basarak direkt streamer cihazınıza yönlendirmenizi sağlıyor. Ülkemizde en popüler online müzik servisi Spotify olduğu için bir çok meraklıyı sevindirecektir. Buradaki tek sorun ise bu hizmeti kullanabilmeniz için Premium servisi üyesi olmanız. Eğer değilseniz Spotify Connect servisini kullanamıyorsunuz. Ancak bunu aşmanın yolu son derece basit. Akıllı telefonunuzdan Spotify uygulamasını açın ve Bluetooth üzerinden SA60’a gönderin.

Sadece Spotify değil, eğer Tidal veya Deezer gibi servisleri kullanıyorsanız yine Bluetooth bağlantısı ile Sa60’ı kullanabilirsiniz. Aynı şekilde akıllı cihazlarınızdaki müzik dosyalarını  veya seyrettiğiniz bir videonun sesini gönderebilmeniz mümkün. Diyelim ki, Youtube üzerinden bir podcast dinliyorsunuz, Bluetooth ile Sa60’a gönderin, keyifle dinleyin.

Cihazın streamer özelliği de mevcut. UPnP standardındaki bu özellik, SA60 ile aynı ağı paylaşan cihazlarınızda ağınız ile paylaştığınız müzik dosyalarına ulaşabilmenizi sağlıyor. Gerek Windows gerek Apple gerekse de Linux tabanlı bilgisayarlarlar veya NAS cihazları ile uyum konusunda benim denemelerime göre sıkıntı yok. Tek dikkat etmeniz gereken şey bilgisayar veya NAS üzerinden gerekli ayarları yapmış olmanız. Mesela Linux üzerinden “samba” ile paylaşımı açmış olmalısınız. Sa60 üzerinden ilgili seçeneği seçtiğinizde kısa bir arama süresinin sonrasında ağ üzerindeki paylaşılmış müzik dosyaları bulunuyor. Bunları tarz, müzisyen, albüm vesaire kriterlere göre listeleyebilmeniz ve arama yapabilmeniz mümkün. Yalnız cihazın ekranı ve üzerindeki kontrol  düğmeleri ile geniş arşivler üzerinde gezinmek çok kolay değil. İşte bu noktada yine imdadımıza UNDOK yazılımı yetişiyor. Akıllı telefonunuzdan yerinizden kalkmadan tüm bu müzik dosyalarına erişebilme mümkün.

Bu tarz cihazların akıllı cihazlar ile birlikte kullanılması kullanım kolaylığı açısından büyük avantaj sağlıyor. Gün sonunda cihazdan kaynak seçimi yapmaktan, favori radyo istasyonlarını ayarlamaya kadar aklınıza gelebilecek tüm özellikleri oturduğunuz yerden yapabilmek mümkün. Hatta ses ayarını bile.

Bir sürü özelliğe baktık ama ses performansından bahsetmedik hiç. İsterseniz kısaca bu noktayı da ele alalım. Benzer cihazlar için her zaman yazdığım bir şey var, bunlar tam anlamı ile taşınabilir bir hifi cihazı değiller. Kullanım kolaylığını ön planda tutan ama bunun yanında teknoloji marketlerde görmeye alıştığımız tüketici elektroniği firmalarının benzeri ürünlerine göre ses performansı çok daha iyi cihazlar. SA60 özelinde cihazın küçük kardeşine göre büyüyen boyutu, daha büyük bir hoparlör kullanımına izin verdiği gibi artan hacim ve eklenen bas refleks portu ile alt frekans noktasında da daha performanslı olduğunu söylemek lazım.  Ancak yine de bir hifi cihazı değil. Zaten odağı da bu değil. Steljes Audio pazarda muadili ürünlere göre fiyatı daha makul ancak performans olarak onlara yakın veya bazılarına denk bir cihazı üretmeyi başarmış.

Bu tarz ürünler, bence ev halkının bizlerin karmaşık sistemlerini açıp kapatmaktan çekindikleri ve müzik dinlemenin zul haline geldiği senaryolarda devreye giriyorlar. Küçük bir çocuk bile bu tarz bir cihazı dolayısıyla SA60’ı kolaylıkla kullanabileceği gibi ev içerisinde istediğiniz yere götürebildiğiniz bir müzik platformuna sahip oluyorsunuz. Çok odalı bir müzik sistemi yerine bir cihazı çok odada kullanabildiğimiz bir senaryo bu. Aynı şekilde ofisinizde veya şehir dışındaki yazlığınızda ortalamanın üzerinde bir kalitede müzik dinleyebileceğiniz, şık tasarımı ve kullanım kolaylığı ile ön plana çıkan bir cihaz olmuş Steljes Audio SA60 .

Son sözler gelmeden önce bazı okuyucularımızın bu tarz ürünleri Mecmua’ya taşımamı ilginç bulduğunu biliyorum. Açıkçası kişisel olarak bu tarz ürünleri hem eğlenceli buluyorum hemde zaman içerisindeki gelişimler sayesinde birkaç jenerasyon sonra hifi sistemlerine oldukça yakın performans sunacak hale geleceklerine inanıyorum. Geçmişte bu tarz cihazların bu kadar fazla kabiliyetler ile donatılacağını söyleseler gülüp geçerdik ancak teknolojinin gelişmesi ve ucuzlaması sayesinde küçük bir cihaz tam teşekkülü bir teknoloji üssü haline geliyor. Arada sırada bu tarz cihazlardaki gelişimleri görmek adına Mecmua’da yer vermemin sebebi bu.

Gelelim işin fiyat tarafına. Steljes Audio SA60 Mayıs 2017 itibarı ile yaklaşık 1.250TL’lik bir fiyat etiketine sahip. SA20 modelinin incelemesinde yazdığım gibi, fiyat teknoloji marketlerinde satılan Uzakdoğu menşeili ürünlere bakarsanız çok pahalı iken, benzer kalitede daha bilindik markaların ürünlerine göre daha ucuz şeklinde bir yorum yapmıştım ki, burada da aynı şeyi söyleyebilirim. Gün sonunda tamamen sizin ihtiyaçlarınıza göre hangi bakış açısından baktığınız ile alakalı bir durum sözkonusu. Gerek tasarımı gerekse de özellikleri ile ses kalitesini birleştirdiğinizde verdiğiniz paranın karşılığını alacağınızı söyleyebilirim. Sa60’ın özellik listesi oldukça kalabalık. Ağ üzerinden müzik çalabilmekten, Bluetooth özelliklerine ve daha klasik girişlere kadar modern tüm ihtiyaçları karşılayabiliyor iken, akıllı telefonlar ile kontrol edilebilmesi de çok büyük bir artı puan. Bir diğer artı puan ise Sigma Ses tarafından hazırlanmış ayrıntılı Türkçe kılavuz. Kurulum aşamalarını detaylıca anlatan bu rehber sayesinde teknoloji özürlü bile olsanız, birkaç dakika içerisinde cihaza hakim olup kullanmaya başlayabiliyorsunuz. Ürünü online satın almak isterseniz Sigma Ses’in online mağazasına da bakış atabilirsiniz.

Steljes Audio SA60
Wifi / Ethernet / Internet Radio / Spotify ve WiFi-Ethernet ağ Müzik Akışçılı, Taşınabilir DAB/FM/İnternet Bluetooth Radyosiyah meşe, mat beyaz ve mat ceviz renk seçenekleri DAB/DAB+ – FM – Internet Radyo seçeneklerinin her biri için 10ar adet belleğe alınabilir ön tercih (preset) Spotify Connect, Spotify uygulaması ile müzik akışı ve çalınışı kayıtlı müzik dosyalarına erişim ve çaldırma Bluetooth alıcı Saat/Alarm/Uyku işlevleri TFT Renkli gösterge 3″ tam yelpaze hoparlör / 7W çıkış 3.5mm stereo analog çıkışı 3.5mm stereo kulaklık çıkışı 3.5mm stereo giriş
Boyutlar: 208 x 130 x 120mm – Ağırlık: 1.6Kg
Fiyat: 240 Euro (KDV Hariç) Mayıs 2017 itibarı ile
Temsilci: Sigma Ses / www.sigmases.com

İlk Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Steljes Audio SA60

$
0
0

Geçtiğimiz günlerde Steljes Audio firmasının SA20 modelini incelemiştim. Bu defa üst model SA60 modeline bir bakış atacağız. Aslına bakarsanız SA60 modeli, küçük kardeşinin sahip olduğu tüm özelliklere sahip. Ancak olay  bununla sınırlı değil. SA60 kablosuz ağ veya ethernet bağlantısı ile eksiksiz bir stream’a dönüştürülmüş ayrıca yazılım desteği ile farklı ek özelliklerde kazandırılmış. Gerek teknik anlamda gerekse de özellikler anlamında daha üst bir model olarak dikkat çekiyor. Aslına bakarsanız cihazların tasarım dilleri aynı. Hazır iki cihazda elimdeyken yanyana koyup farklılıklara bakalım.

Yukarıdaki fotoğrafta sağ tarafta SA20 modelini sol tarafta ise SA60 modelini görebiliyorsunuz. Cihazların tasarımları benzer olsa da, SA60 modeli daha cüsseli. 208 x 130 x 120mm boyutlarındaki SA60’ın ağırlığı 1.6Kg. Siyah meşe, mat beyaz ve mat ceviz renk seçenekleri bulunan üründe ön bölümde renkli bir ekran ve altına yerleştirilmiş hoparlör ve hemen altında firma logosu bulunuyor. Hoparlörün metal koruma ızgarası yine mevcut. Şık deri taşıma sapı da yine küçük kardeşi ile ortak özelliklerden. Cihazın üzerinde 3″ boyutunda bir adet hoparlör bulunuyor ve 7W çıkış verebiliyor.

Ürünün üst kısmında yuvarlak bir tasarıma sahip kontrollere de aynen yer verilmiş. Basit, kolay anlaşılır ve kolay kullanılır tasarım sayesinde bir çok komutu verebilmek çok kolay. Ses ayarı, farklı kontroller, kaynak seçimi bu tuşlar sayesinde yapılıyor. Ayrıca merkezde bulunan yuvarlak kısım sayesinde ekrandaki menülerde kolaylıkla gezebiliyorsunuz. Ancak bu modelde küçük kardeşinden farklı olarak bu kontrolleri daha az kullanabilme imkanınız var. Cep telefonu veya tabletinizi üzerinden yazılım ile cihazın hemen her fonksiyonunu kontrol edebildiğiniz için bu düğmeleri çok sık kullanmayacaksınız. SA60’ın menüleri küçük kardeşi ile aynı olduğundan hemen her işlemi gayet basit şekilde yapabiliyorsunuz…

Cihazın arka bölümü de küçük kardeşi ile benzer tasarım çizgilerine sahip.  İki önemli farklılık hemen dikkat çekiyor. Bunlardan ilki sağ üst köşede bulunan bas refleks port’u. İkincisi ise ethenet girişi. Bunlar haricinde cihazın solunda elektrik girişi sağ tarafta ise sırasıyla  3.5mm stereo analog çıkışı, 3.5mm stereo kulaklık çıkışı ve 3.5mm stereo giriş bulunuyor. Yine teleskopik yapılı anten, klasik radyo performansını arttırmak için yerinde duruyor.

Cihazın alt bölümünde kapak ile korunan şarjlı batarya var. Siz cihazınızı elektrik ile kullansanız bile pil şarj ediliyor ve gerektiği zaman kullanılabilmesi için hazır bekletiliyor. Elektrik olmadığı zamanlarda kapağın altında bulunan bir siviç vasıtası ile pil aktive ediliyor ve cihazınızla müzik dinlemeye devam edebiliyorsunuz. Gerek cihazda gerekse de adaptöründe herhangi bir ısınma olmadığını da eklemek isterim…

Cihazın DAB/ DAB+/ FM radyo özelliklerinden çok fazla bahsetmeyeceğim. Kısaca söylemek gerekirse SA20 modelindeki favori kanal hafızası, yayını iyileştirme vesaire tüm özellikler aynen muhafaza edilmiş. Radyonun çekim gücü, teleskopik antenin kullanımında performansın artması vesaire gibi konularda küçük kardeşi ile aynı performansta. Tabii ki radyo çekimi konusundaki performans oturduğunuz semt, şehre göre değişiklik gösterebilir. Ancak genel olarak belirli bir büyüklükteki hemen her yerleşim biriminde bir şekilde radyo kullanabilirsiniz.

Bunun yanında alarm, saat ve 3,5mm giriş sayesinde dış kaynaklardan müzik çalma, Bluetooth bağlantısı gibi tüm özellikler SA60 üzerinde de bulunuyor. Bu özellikleri pas geçmemin en büyük sebebi SA60 üzerinde bahsedilecek daha eğlenceli özelliklerin bulunması. Temel özellikler ile alakalı daha ayrıntılı bilgiler için  SA20 modeli için kaleme aldığım yazıya bakabilirsiniz.

Şimdi gelelim eğlenceli kısımlara. SA60 internete dolayısıyla ev ağınıza bağlanmak için 2 seçeneğe sahip. Ethernet ve kablosuz ağ. Ethernet tabii ki tak ve çalıştır anlamında en kolay çözüm ancak cihazın tüm taşınabilirliğini götürüyor. Bu yüzden kablosuz ağın kullanımı en makul çözüm gibi görülüyor. Her ne kadar teknik kitapçıkta bahsedilmese de, cihaz üzerindeki kablosuz ağ alıcısı modern ihtiyaçlara karşılık verecek performansa sahip ve 5.0Ghz bağlantıları destekliyor. Bu artı bir puan. Kablosuz ağın kurulumunu yapmak bir açıdan eziyet bir açıdan da çok kolay olabilir. WPS adı verilen ve modem/ router’ınızdaki bir tuşa basıp diğer cihazların hızlı bağlanabilmesi için bir PIN yarattıysanız çok kısa zamanda bağlantıyı kurabilirsiniz. Aksi takdirde kumanda panelini kullanarak şifrenizi girerek işlemi yapacaksınız. Ben WPS fonksiyonunu güvenlik açısından devre dışı bıraktığımdan uzun bir şifreyi yazmak zorundayım. Biraz eziyet ancak tek bir kez yapacağınız için fazla söylenmenize gerek yok :)

İkinci Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Dynaudio Xeo 2 Bölüm 2

$
0
0

Bilgisayar sistemimdeki denemelerde hem optik bağlantı hemde bluetooth bağlantıyı denedim. Buna ek olarak kendi DAC’larımı kullanarak klasik RCA girişini de test etmeyi unutmadım. Bilgisayar sistemimdeki denemelerde müzik performansının yanında film ve bilgisayar oyunlarındaki performansı da gözlemlemeye çalıştım. Dynaudio Xeo 2 klasman olarak orta/üst seviye performansı hedefleyen bir ürün olduğundan oldukça gaddar davrandığımı söyleyebilirim. Masaüstü kullanımda arka duvara oldukça yakın konumlandırdığım için ilk önce DSP ayarını wall (duvar) konumuna getirerek denemelerime başlıyorum. Daha sonra normal ayara geçip hoparlörü arka duvardan yaklaşık olarak 20cm öne çekiyorum. Bunu yaptığım zaman çok daha iyi performans elde ettim. Ayrıca geleneksel olarak toe-in yani sürücüleri size doğru çevirerek konumlandırma kesinlikle çok işe yarıyor. Genelde aktif hoparlörler için film ve oyun performanslarında meraklılar daha fazla alt frekans vurgusu isteyebilirler. Burada işler çok farklı. Dynaudio Xeo 2 boyutundan beklenmeyecek bir alt frekans performansına sahip. Bazı kullanıcılar aktif hoparlörleri ile bu tarz senaryolarda subwoofer kullanma ihtiyacı hissediyorlar, Xeo 2 ile böyle bir ihtiyaç olacağını hiç düşünmüyorum.

Masaüstü müzik dinlemelerim esnasında ise kullanacağınız medya çok önem kazanıyor. Xeo 2, boyutuna göre performans çizgisi yüksek bir hoparlör ve daha iyi medya çalınca detay seviyesi o denli artıyor. Masaütü kullanımda tavsiyem optik girişi kullanmanız. Optik bağlantı kullanacaksanız kutudan çıkan kablo yerine iyi bir kablo kullanmanızı şiddetle tavsiye ederim. Standart bir kablo ile Bluetooth bağlantısından elde ettiğiniz sesi kıyasladığınızda farklıkları tespit ederken çok fazla odaklanmanız gerekirken, iyi bir kablo işleri değiştiriyor. Ancak ben en yüksek performansı kendi DAC’ımı kullanarak elde ettim. Özellikle DSD müzik dosyalarında inanılmaz bir performans artışı oluyor.

Hemen her müzik tarzında detay seviyesinden memnun kaldım. Tonlar son derece etkileyici. Yalnız bu durumu elde edebilmek için hoparlörleri bayağı kullanmanız gerektiğini söyleyeyim. İlk kurulumda alt frekanslar bayağı baskın, tizler ise bayağı geride iken, zaman geçtikçe müthiş bir dengeye geldi.

Hoparlörleri masaüstünde alıp dinleme odama getirerek yine bilgisayarımdan denemelere devam ediyorum. Yukarıdaki fotoğrafları düzenlerken fark ettim, hoparlör biraz küçükmüş gibi gözüküyor ancak öndeki laptop 18,4inç. Aslında hoparlörler oldukça etli butlu diyebilirim… Neyse, bu kez bluetooth bağlantı ile optik bağlantıyı defalarca kıyaslayacağım. Öncelikle ilginç bir tespitimi paylaşmak istiyorum. Farklı cihazlardan farklı standartlardaki bluetooth bağlantılarında farklı performanslar elde ettim. Cep telefonumda kurulu olan Poweramp yazılımı ile bilgisayar üzerindeki Foobar yazılımından aynı müzik dosyalarını gönderdiğimde ciddi farklar tespit ettiğimi söylemek isterim. Bu konuda tabii ki bilgisayar daha geniş imkanlar sunan bir platform. Örneğin Spotify dinlerken optik ile bluetooth bağlantıları kıyasladığımda bluetooth bağlantısından daha iyi bir ses elde ettiğimi gördüm. Ancak kendi hazırladığım bir müzik dosyasını hem optik bağlantı hemde bluetooth ile çaldığımda optik bağlantının sunduğu yüksek çözünürlük avantajı ile işlerin rengi değişti.

Farklı müzik tarzlarında denemelerime devam ediyorum. Örneğin Anne-Sophie Mutter’nin Vivaldi: The Four Season yorumuna bir bakış atalım. Bu çok bilindik eserin kaydında kemanın tonlarının yanında asıl odaklanmak istediğim şey harpsikordun arka plandaki durumu. Bu enstrüman özellikle barok kayıtlarında müziğin alt yapısında çok önemli bir yere sahip. Son derece özgün olan sesine özellikle odaklanıyorum. Duyduklarım bu boyutlardaki bir hoparlör için etkileyici. Baroktan devam ederken bu kez tam aksi bir frekans bandına odaklanacağım. Handel’in Dixit Dominus’una bakalım. Hem koral bölümler, standart bir barok altyapısı ve org ile bu tarz hoparlörler için tam bir kabus. Ancak Dynaudio bu tarz eserlerde de frekansları birbirine karıştırıp amiyane tabiri ile çorba etmeden başarı ile sunuyor.

Bu kez Xeo 2’leri kendi sistemime bağlayıp özellikle pikabım ile denemelerime devam edeceğim. Bu denemeleri yaparken hoparlörleri, elimde test amacı ile bulunan Atacama Audio Moseco 6 stand’lar üzerinde kullandım. Öncelikle şunu söyleyebilirim. Hoparlörün çok rahat bir yerleşime geçirilmesi ve iyi bir stand ile kullanılması anormal bir fark yarattı. Dinleme odasının 30 metrekare olması sebebi ile bu boyuttaki bir hoparlörün tüm odayı doldurmasını tabii ki beklemiyordum ancak duyduklarım beni kesinlikle şaşırttı. Klasik müzik denemelerime yine barok dönemi arkasından da modern örnekler ile devam ediyorum. Sahne son derece başarılı ki, bir bookshelf hoparlörden bunu bekleriz, hakkını veriyor. Çözünürlük resmen patlama yapmış durumda. Kendi sistemimde en güçlü kaynak pikap olduğu için bu durum gayet beklenebilir. Ancak şaşırtıcı olan bu boyutlardaki bir hoparlörün bu detay artışının altından rahatlıkla kalkabilmesi.

Nina Simone – At The Village Gate plağına bakalım. Nina Simone’un kendisine özgü vokal tekniği hoparlörün orta frekanslardaki başarısını ortaya koyuyor. “House of the Rising Sun” şarkısına bir bakış atmak yeterli. Bu şarkı Nina Simone tarafından defalarca yorumlanmıştır ama bu konserdeki performans bambaşka. Son derece “smooth” yumuşak bir vokal tarzı. Arka planda vokalin altını dolduran hafif melodiler. Xeo 2’ler her açıdan başarılı. Farklı caz albümlerinde durum değişmiyor, iyi kaynak, iyi medya ve sonuç çok iyi bir sunum…

Farklı tarzlar ile denemelerimde hatta elektronik müzik denemelerimde bile beni mutlu eden sonuçlara imza atıyor Xeo 2. Dynaudio’nun üst modellerinde görmeye alıştığımız hızlı tepki verme, tonal dengenin yanında şaşırtıcı bir alt frekans performansı var bu hoparlörlerin. Denemelerime daha basit bir pikap ile devam ediyorum. Tabii ki çözünürlükten kaybediyorum ama hala çok keyifli.

Her keyifli manzaranın bir bedeli vardır. Xeo 2 cephesinde bu bedel maalesef fiyat!  KDV dahil 1.560 Euro’luk fiyat artı stand’ları satın alırsanız faturanıza eklenen 200 Euro ile maliyet alışageldiğimiz aktif hoparlörlerin çok üzerinde. Stand hariç 6.000TL’yi geçen rakam eminim ki bende dahil bir çok okuyucunun aktif bir hoparlöre vermeyi düşündüğü tutarın bayağı üzerindedir. Burada Dynaudio’nun yapmak istediği şey, aktif hoparlörlerde alıştığımız fiyat/performans dengesini yakalamak yerine, aktif bir hoparlör sistemi ile giriş / orta segment sistemlere kafa tutabilmek. Bunu kesinlikle başarmışlar. Peki Dynaudio cephesinde alternatif seçeneklerimiz ne olabilir. Emit Serisinden M10 modeli bookshelf hoparlörü ele alırsak 720 Euro’luk bir fiyat etiketine sahip. Yaklaşık 900 Euro’luk bir bütçe ile sisteminizin diğer bileşenlerini toparlayabilirseniz, Dynaudio cephesinden farklı bir sisteme de yelken açabilirsiniz.

Xeo 2 paketinin size sunduğu şey, hiçbir şey ile uğraşmadan uygun amplifikatör, dijital kaynak ve kablosuz müzik çalma kabiliyetlerini bir paket halinde tak ve çalıştır şeklinde sunabilmesi. Buna benim yaptığım gibi orta seviye üzeri bir kaynak cihaz ekleyip, konumlandırma konusunda vakit harcarsanız, tercihen de iyi bir stand üzerine yerleştirirseniz gerçekten müthiş bir performans elde edebiliyorsunuz. Böyle bir sistem bluetooth ve dijital girişleri ile hem kulanım kolaylığını sağlıyor, hemde orta sınıf bir streamer veya pikap ile yüksek performansı hedefleyebiliyor. Benim görüşüme göre iyi bir kaynak cihaz olmazsa olmaz. Xeo 2 üzerindeki DAC ve Bluetooth bağlantıyı ise destekleyici veya hayatı kolaylaştırıcı ek özellikler olarak düşünmek lazım.

Dynaudio Xeo 2, Haziran 2017 itibarı ile KDV dahil 1.560 Euro’luk fiyatı ile aktif bir hoparlör sistemine göreceli geniş sayılabilecek bir bütçe ayırabilecek okuyucularımıza hitap ediyor. Cihazın üzerinde bulunan Bluetooth bağlantısı gayet başarılı bir performans sunarken, cihaz gerçek sınırlarını iyi bir kaynak ile kullanıldığında gösteriyor. Normalde ben aktif hoparlörleri giriş seviyesinde ekonomik fiyat etiketine sahip müzik sistemlerine alternatif olarak görürüm. Ancak Xeo-2 işleri bir adım öteye götürüyor ve makul seviyelerdeki bir dinleti odasında giriş seviyesinin bir adım üzerindeki sistemler ile yarışabilecek bir performansı sunabiliyor. Masaüstünde vakit geçiren ve üst sınıf bilgisayar sistemleri kullanan meraklılara, ikinci bir sistem veya ofisinde kaliteli müzik dinlemek isteyen meraklılara ve dinleme odasında derli toplu bir sistem kurmak isteyip performanstan ödün vermek istemeyen okuyucularımıza tavsiye edilir…

Dynaudio Xeo 2
Woofer: 14cm MSP Tweeter: 28mm soft dome Amplifier Power: 2 x 65W AC Power input: 100V – 240V, 50/60Hz Standby Power Consumption: Dimensions with feet/grill (W x H x D): 173 x 255 x 164mm
Fiyat: 1.200Euro (KDV Dahil) Desk Stand : 200Euro (KDV Dahil) (Mayıs 2017 itibarı ile)
Temsilci: Select Hifi / www.select-hifi.com

İlk Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

ELAC B5 Bölüm 2

$
0
0

ELAC B5 hoparlör denemelerime ilk önce konumlandırma çalışmaları  ile başlıyorum. Optimal koşulları sağlamak adına B5’leri bir stand üzerinde kullanacağım. Hoparlörün bas refleks portunun arkada olması sebebi ile duvara çok yakın yerleştirmeniz tavsiye edilmiyor. Benim gördüğüm kadarı ile yan taraftan da mümkün olduğunca boşluk bırakırsanız daha keyifli sonuçlar elde edebilirsiniz. Toe-in yani hoparlörlerinizi oturduğunuz yere göre bir miktar çevirmek yine performansta farklı bir tat elde etmenizi sağlıyor. Hangi hoparlör olursa olsun, zaman içerisinde bol bol deneme yanılma yaparak sizin için en iyi konumu bulmak için mesai harcayın. Konumlandırmanın çok fark yaratacağını görecek ve en önemlisi kendi kulaklarınızla duyacaksınız. Cebinizden beş kuruş para çıkmadan dinleme odanızdaki sesi farklılaştırmanın en iyi yolu bu!

Denemelerime zorlu klasik müzik albümleri ile başladım. Simone Dinnerstein’ın harika Mozart in Havana albümü ilk konuğumuz. Mozart’ın 21 ve 23 numaralı piyano konçertolarını seslendirildiği albümler belki icra anlamında eserlerin en iyi yorumları olmayabilir ancak olay keyif almaya gelince orada işler bir anda değişiyor. Kübalı Havana Lyceum Orkestrası eşliğinde piyanist Simone Dinnerstein son derece dinamik ve son derece keyifli bir performans imza atmış. Bu tarz bir hoparlör için zorlu bir deneyim olarak düşünebilirsiniz ancak gayet basit bir amplifikatör ile elde edilen ses son derece başarılı. Piyano tonları zaten hoparlörün performansı konusunda önemli bir ipucu veriyor. Normalde bu tarz ekonomik fiyat etiketli hoparlörlerde görmeye alıştığımız orta frekans dopingi gibi hilelere hiç girilmeden gayet başarılı bir performans elde edilmiş. Kaydın son derece dinamik bir performans içerdiğini söylemiştim. B5 bu dinamizmi de size yansıtabiliyor. Klasik müzik denemelerimde hem lambalı hemde solid state amplifikatörler kullandım ve özellikle solid state tarafında gayet ekonomik fiyat etiketine sahip entegre ampliler ile iyi sonuçlar elde ettim. Hoparlör gayet rahat sürülebiliyor ve farklı tarz ampliler ile bambaşka tatlar elde edebilmek mümkün. Basit bir lambalı ampli veya transistörlü keyfinize göre bir seçimi rahatlıkla yapabilirsiniz. Büyük orkestra müziğinde de başarılı tatmin edici sonuçlar elde ettim.

Rock müzik denemelerime türün biraz ucundaki örnekler ile başlamayı uygun gördüm. Erken dönem kevlar sürücüleri hatırlayanlar var ise, hız konusunda sorunları vardı ancak zaman içerisinde malzemelerin ve tasarımların gelişmesi ile bu sorunlar ortadan kalktı. ELAC B5’lerde de bu durumu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Mid/bas sürücüleri deli edebilen hızlı çift bas davullara sahip albümleri dinlerken hız konusunda son derece başarılı bir performans elde edilebiliyor. Bu hengamenin içerisinde bazı durumlarda gördüğümüz hoparlörün belirli bir noktadan sonra dağılması ve müziğin yerini bir karmaşaya bırakması durumu B5’lerde kesinlikle gözükmüyor. Hifi sistemlerimiz için bir eziyet haline gelebilen Mayhem’in De Mysteriis Dom Sathanas Alive tarzı albümlerin bile üstesinden gelebildi B5’ler ki, bu çok büyük bir artı. Tabii ki dinlemeler devam ederken geçmişe dönüp bol bol Hendirx, Led Zeppelin, The Who dinlemeyi ihmal etmedim. Albümler keyifle akıp geçtiler.

Caz müziği denemelerime geleneksel olduğu şekilde vokal ağırlıklı albümler ile başladım. Caz müziğin büyük divalarının plaklarının yanında özellikle kuzey vokal  cazı denilince ilk akla gelen firmalardan olan ACT CD’lerini de denedim. Orta frekanslar gayet akıcı, gerektiğinde yumuşak gerektiğinde de keskin hatlara sahip. Üst frekansların dengesi gayet yerinde, bu hoparlörlerin tizleri şöyle keskin diyecek bir durum kesinlikle yok. Bunu özellikle o eski referans seviye alüminyum sürücülü ELAC hoparlörleri dinlemiş meraklılar için özellikle belirtmek istedim. Hiçbir frekans aralığı diğerinin önünde değil denge iyi kurulmuş. Buradan biraz Güney Amerika’ya doğru geçiş yaptım. Diskografisinde kötü hatta ortalama bir albüm olmadığını düşündüğüm Antonio Carlos Jobim’in 1970 yılında yayınladığı Stone Flower albümüne bir bakış atalım. Okuyucularımıza “The Girl from Ipanema” şarkısını bir süreliğine kenara koyup müzisyenin diskografisine bir bakış atmalarını tavsiye ederim. Caz ve bossa nova tarzlarının bir nevi karışımı olan albümde açılış parçası “Tereza My Love” bir fikir sahibi olmak için yeterli. Arka planda vurmalılar üzerinde usul usul akan melodiler ve piyano dokunuşlarına özellikle dikkat!

Günümüzün popüler tarzları hatta elektronik müziklerde bile boyundan büyük bir performansa sahip olduğunu söyleyebilirim B5’lerin.

ELAC ve hoparlörlerin tasarımcısı Andrew Jones benim görebildiğim kadarı ile tasarımlarında tamamen büyük tabloya odaklanmaya çalışmışlar. ELAC B5 kendi sınıfında belki en iyi baslara sahip olan hoparlör değil, belki en açık tizlere sahip olan hoparlör de değil. Ancak bir bütün olarak gerçekten çok güzel çalan bir hoparlör ortaya çıkmış. Hemen her müzik tarzını başarı ile çalabilecek, dinleyiciye keyif veren bir hoparlör olmuş. Benzer bir konuyu sahne içinde söyleyebilirim. Hoparlörün öyle notların havalarda uçuştuğu her taraftan bir ses geliyor diyebilecek kadar bir sahnesi yok ancak bir monitör gibi doğrusal bir performansı da yok. Konumlandırmaya özen gösterdiyseniz, sahnesi son derece başarılı ancak istediğinizde detaylara odaklanabileceğiniz kadar derli toplu bir performans söz konusu.

Bana sorarsanız bu hoparlörlerin optimal kullanım senaryosunda giriş seviyesi veya bir tık üzerindeki bir entegre ampli veya all in one sistem, tercihinize göre iyi bir dijital veya analog kaynak, çok artmadan özenle seçilmiş tercihan bakır kablolar ve eğer mümkün ise kulak hizanıza veya yakın yükseklikte konumlandırma ile bu ufaklıkların altından kalkamayacağı albüm yok gibi bir şey.

Hoparlörün kozmetiği belki bulunduğu sınıfta en şık olanı değil, en iyi sahneye sahip hoparlörde değil. Hifi adına dikkat ettiğimiz bir çok konuyu tek tek irdelediğinizde pek azında lider olabilir. Ancak iş bir bütün olarak çalmak, tonlar konusuna gelince işte burada farkını göstermeye başlıyor ki, bence bir hoparlörü değerli kılan şey işte tam olarak budur…

ELAC’ın giriş seviyesine konumlandırdığı yeni Debut serisi içerisinde 3 farklı raf tipi hoparlör var. Biz ortanca model diyebileceğim B5 modelini inceledik. Haziran 2017 itibarı ile hoparlörlerin fiyatı 385 Euro karşılığı KDV dahil yaklaşık 1.400TL. Performansına ve fiyatına baktığımızda oldukça iddialı bir hoparlör B5. Debut serisinde daha küçük boyutlu B4 ve daha büyük olan B6 modelleri de birer seçenek olarak kenara not edilmeli. Özellikle dinleme odası daha küçük boyutlarda olan ve bütçe konusunda daha kısıtlı meblağlar ile hareket etmek isteyen okuyucularımız B4 modeline de bir bakış atabilirler. Sanırım ELAC B5 Stereo Mecmuası’nın uzun bir süre giriş seviyesi raf tipi hoparlör tavsiyelerinde ilk 3 arasında kalır.

ELAC B5
Speaker type: 2-way, bass reflex Tweeter: 1 x 1-inch cloth dome Woofer: 1 x 5.25-inch woven aramid-fiber cone Crossover frequency: 3,000 Hz Frequency response: 46 to 20,000 Hz Sensitivity: 85 dB at 2.83 v/1m Recommended amplifier power: 30 to 120 wpc Nominal/peak power handling: 50 / 120 wpc Nominal impedance: 6 Ω; minimum 5.4 Ω Binding posts: 5-way metal Magnetic shielding: No
Fiyat: 385 Euro KDV Dahil havale indirimi ile 1,432.64TL (Haziran 2017 itibarı ile) online satınalmak için tıklayınız
Temsilci: Extreme Audio / www.extreme-audio.com

İlk Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

ELAC B5

$
0
0

Mazisi neredeyse 1 asra yaklaşan ELAC firmasını sanırım benim gibi bir çok kişi pikapları ile tanıyordur. Son yıllarda farklı alanlarda başarılı yorumlar alan cihazlar üreten Alman firmayı, önümüzdeki ay ve yıllarda sanırım başarılı ve makul fiyatlı hoparlörleri ile bol bol konuşacağız. Her 3-4 senede bir, bir hoparlör üreticisinin ürettiği raf tipi hoparlörler ile diğerlerinin arasından sıyrılır ve daha iyisi çıkana kadar dergilerden, hifi forumlarına kadar devamlı şekilde bu hoparlör önerilir meraklılara. Sanırım önümüzdeki 3-4 senenin fiyat/performans hoparlörlerinden bir tanesi bu yazımızda inceleyeceğimiz ELAC B5 olacak. Bu hoparlörler bir anda ortaya çıkmış değil. Arkasında ciddi bir çalışma söz konusu.

ELAC firması geçtiğimiz senelerde Amerika’da bir tasarım bürosu kurdu ve hoparlörlerinin tasarımını yeni baştan ele almaya karar verdi. Hoparlör tasarım ekibinin başına hifi dünyasında oldukça iyi tanınan ve saygı duyulan bir isim olan Andrew Jones getirildi. Andrew Jones, hifi dünyasına KEF firmasında araştırma / geliştirme mühendisi olarak işe başlamasıyla girer. Arkasından dönemin meşhur markalarından Infinity için çalışmaya başlar. İlerleyen senelerde ise tüm dünyaca tanınacağı TAD firmasında çalışmaya başlar. Özellikle  Reference One hoparlörlerin başarısında en önemli paya sahiptir.  Bu tarz üst sınıf hoparlörlerin yanında özellikle fiyat /performans konusunda başarılı ürünler konusunda da ünlenen  Andrew Jones, özellikle Pioneer firması için ürettiği makul fiyatlı ürünler ile adından söz ettirmeyi başarır.

Hifi dünyasında bu tarz “şöhretli” tasarımcıları transfer eden firmalar genelde üst uç sınıf ürünler duyururken, ELAC ve Andrew Jones bu trend’in tam aksi yönde ilerler. Bu işbirliğinin ilk meyvelerini “Debut” serisi olarak isimlendiren ELAC, geliştirilen hoparlörlerin son derece konvansiyonel tasarımlara sahip, iddialı ve rekabetçi fiyatlara sahip olacağının müjdesini verir. Merakla beklenen hoparlörler piyasaya çıktığında büyük bir ilgi görür. Doğruyu söylemek gerekirse bu inceleme aslında biraz geç kalmış bir inceleme. Extreme Audio’nun sahibi Sn. Orhan Aydoğan Bey ile her konuşmamızda Debut serisi hoparlörleri inceleyelim diye konuşmamıza rağmen, her defasında farklı ürünlere karar kılınca, B5 incelemesi biraz gecikti ama geç olsun güç olmasın…

ELAC B5 tüm Debut serisi hoparlörlerde olduğu gibi son derece alışılmış bir tasarıma sahip. İki yollu tasarlanan hoparlörün tiz sürücüsü 1-inç boyutunda kumaş kubbe yapıda. Tiz sürücü telkari bir korumaya sahip. Bu koruma bir yandan tiz sürücünün zarar görmesini engellerken bir yandan da tiz sürücülerin doğrusal performansı yerine daha geniş bir alana dağılmasını sağlıyor. Bu yapıyı geçmişten günümüze bir çok hoparlör tasarımında görebilirsiniz. Benim ilk aklıma gelen BBC’nin LS3/5A tasarımları.

Hoparlörün mid/bas sürücüsü ise kumaş aramid/fiber yapıda. Aramid çok ilginç bir malzeme. Aslında bir nevi karbon fiber malzeme olarak nitelendirilebilir ancak ısıya karşı direnci ve farklı fiber türlerine göre daha dayanıklı olması sebebi ile özellikle savunma ve havacılık sanayilerinde kullanılıyor. Aramid deyince benim ilk aklıma gelen şey özel balistik vücut zırhları ki, günümüzde savaş meydanlarından, bilgisayar oyunlarına kadar bol bol duymuşsunuzdur bu malzemeyi.

Hoparlörlerin boyutları gayet makul mantıklı; 324 mm x 200 mm x 222 mm boyutlarındaki hoparlörler 5Kg civarında bir ağırlığa sahipler. Fabrika verilerine göre hoparlörlerin frekans aralığı 46 ila  20,000 Hz aralığında, hassasiyetler ise 85 dB seviyesinde. Hoparlörlerin sürücüleri alüminyum rengi çerçeveye sahip ve hoparlörün hemen altında ELAC logosuna yer verilmiş. Klasik yapıdaki koruma kapağı son yıllarda görmeye alıştığımız trend’lerin aksine mıknatıslı değil. Hoparlörün arkasına baktığımızda ise üst bölümde bas refleks portu hemen altında da bir çift giriş bulunuyor. Girişler son derece alışılmış şekilde tasarlanmış. Banana konektörlerin yanında rahatlıkla  yengeç konektörler ve hatta çıplak kablo ile de kullanabilirsiniz.

Hemen her raf tipi hoparlörde olduğu gibi ELAC B5’in de optimal kullanım senaryosu stand üzerinde kullanmak olsa da, tabii ki farklı mobilyalar üzerinde de kullanmak mümkün. Ben geleneksel olduğu üzere kendi sistemimdeki hoparlörler yerine, B5’leri koyarak denemelerime başladım. Farklı amplifikatörler ile denemelerime devam ettim. Dinleti notlarına geçelim isterseniz.

İkinci Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Güçlü ve Hızlı: Dynaudio Contour 20 Bölüm 2

$
0
0


Hazır bas demişken bu konuyu biraz daha açalım isterseniz. Kâğıt üzerindeki bilgiler bazen size fikir vermekle beraber Dynaudio Contour 20’nin 39 Hz’e inen baslarının, hayli doyurucu ve güçlü olduğunu söylemeliyim. Asla uzamıyor ya da şişmiyor. Ve doğrusunu söylemek gerekirse High End hoparlörlerin en büyük zaaflarından biri olan bas eksikliği Contour 20’de fazlasıyla giderilmiş. Notalara bu denli doyurucu bir şekilde eşlik eden bir bas performansıyla müzik dinlemeyeli uzun zaman olmuştu. Seçtiğiniz müzik türü ne olursa olsun, kayıt hangi yıla ait olursa olsun (tabii kötü kayıtlardan bahsetmiyorum) basların fazlasıyla size yeterli geleceğinden emin olabilirsiniz. Alt baslardaki bas kontrolü de şapka çıkarılacak cinsten. Tabii bunda Gryphon Atilla’nın da etkisi var ama genel itibarıyla sıkı, yumruk gibi baslar duymaya hazırlanın. İşin güzel tarafı bu bas performansı düşük volümlerde de sizi terk etmiyor. Öyle illa da volümü köklemeniz gerekmiyor. Tabii elinizin altında Contour 20’yi besleyecek kalitede bir amfiniz varsa.

 


Dynaudio Contour 20’nin en güzel yanlarından biri de bu güçlü basları orta seslerin üzerine binmeden vermeyi başarması. Anlayacağınız arada müzikteki detaylar da güme gitmiyor ve detayları katman katman duyabiliyorsunuz. Belli bir denge dâhilinde bütün sesler kulağınıza ulaşıyor. Vokaller, tizler ya da enstrümanların sesleri ne önde ne de arkada. Müzik dinlerken sizi asla yormuyor. Ki Contour 20’nin en iyi yanlarından biri de sahip olduğu bu dengede gizli. Tonal palet de genel bir dengeye sahip. Tamamıyla nötr diyebileceğimiz bir yapıda. Ne soğuk tarafta, ne de sıcak tarafta. Ne sert ne yumuşak ne de kuru çalıyor. Belli bir akışkanlık içerisinde müzikal olmaya çabalamadan müziğin özüne sadık kalıyor. Tizlerde de Dynaudio’lara atfedilen pırıltıdan eser yok. Üst frekanslar da bu dengeli yapı içerisinde üzerine düşen görevi fazlasıyla yapıyor. Hırçın değil, parlak ya da önde hiç değil. Renkli çalan hoparlörle kulağınız kirlenmediyse hoparlörden etrafa yayılan bu tonları seveceğinizden eminim.


Sonuç
Özetle Dynaudio yıllar sonra bir kez daha olağanüstü bir hoparlör yaratmışa benziyor. Contour 20, belki de Dynaudio’nun son dönemde bu fiyat aralığında yaptığı en iyi hoparlörlerden biri. Eğer onu iki kelimeyle özetlemem istense bu kesinlikle dinamik ve güçlü olurdu. Dinlediğiniz müzik türü ne olursa olsun, onun bu enerjik ve güçlü yapısı sizi fazlasıyla mutlu edecek… İster Mahler ister Dream Theater dinleyin, karmaşık pasajların üstesinden başarıyla gelen bu hoparlör, sizi müziğin içerisine çekmeyi başaracak. Ciddi bir pişme süresinin ardından ona yeterli alanı tanır (bu kesinlikle 12-15 metrekare değil), üst düzey bir kablo ve hakkını verecek gerçekten güçlü bir amfiyle (küçük odalarda 4 ohm’da 200 Watt yeterli gibi görünse de daha fazlasıyla çok daha iyi sonuçlar alınacağı aşikâr) beslerseniz, size High End dünyasının kapılarını açacağından emin olabilirsiniz. Satın alma listenizin en üst sıralarına gönül rahatlığıyla yazabilirsiniz.

Yazı Burak Meriç
Fotoğraflar: Ege Burak Meriç

Dynaudio Contour 20
Sensitivity: 86dB (2.83V / 1m) IEC Power Handling: 180W Impedance: 4 Ohms Frequency Response (± 3 dB): 39Hz – 23kHz Box Principle: Bass Reflex Rear Ported Crossover: 2 way Crossover Frequency: 2200HzWoofer: 18cm MSP cone Tweeter: 28mm Esotar2 Weight: 15.5kg / 34lb
Fiyat: 5400 Euro, Stand 6: 400 Euro
Distribütör: Select HiFi / www.select-hifi.com

—————-

Dinlenilen Albümlerden Öne Çıkanlar
Best of Jethro Tull Steve Lukather-Luke Dream Theater-Scenes of a Memory Alboran Trio-Meltemi Portishead-Dummy Eric Clapton&Friends-The Breeze An Appreciation of JJ Cale Fleetwood Mac-Greatest Hits Hootie&The Blowfish –Musical Chairs Black Crowes-Greatest Hits John Scofield-Uberjam Deux Björk-Debut Best London Symphony Orchestra 50 Keb Mo-Suitcase Mahler-Adagios Murray Hockridge & Dave Kilminster-Close to Earth The Winery Dogs-The Winery Dogs Kip Hanrahan-All Roads are Made of the Flesh Pink Floyd-The Endless River Supertramp-Breakfast in America

İlk Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar


Güçlü ve Hızlı: Dynaudio Contour 20

$
0
0


Doğrusunu söylemek gerekirse Dynaudio Contour 20’nin performansını çok merak ediyordum. Ürünün 12 yılın ardından yenilenmesi ve Excite X14’ün fiyat performans noktasındaki başarımı Contour 20’ye karşı ilgimi daha da artırıyordu. Bu yüzden Mayıs’ın ortalarında evime konuk olduğunda beklentim de o ölçüde yüksekti. Dynaudio’nun Contour 20’nin bu beklentiyi karşılayıp karşılamadığını söylemeden önce size biraz hoparlör hakkında bilgi vereyim.

Zira hoparlörde yer alan yenilikler Contour 20’nin genel performansı ya da karakteri için de ipucu niteliği taşıyor. Hoparlörün geliştirilmesinde uzun yıllardan sonra ilk kez ses mühendisleri ve tasarım ekibi bir arada çalışmış. Crossover tasarımı daha iyi bir bas cevabı almak için tamamıyla yenilenerek Mundorf kapasitörlerle güçlendirilmiş. Membranın tepkimesini artırmak için alüminyum ses bobinlerinin sarım yüksekliği yüzde 24 oranında artırılırken, iç kablolama da tamamıyla yenilenmiş. Yeni geliştirilen 18 cm genişliğindeki woofer için Dynaudio’un tiz ünitesi seçimi ise en üst serilerinde kullandığı Esotar2 olmuş. Ayrıca kabin titreşiminden kaynaklanan olumsuzluklar için sürücülerle kabin arasında 14 mm kalınlığında alüminyum bir tabaka tercih edilmiş.

Kurulumuna gelirsek Contour 20 iki hoparlör kutusu ve ayak için de iki farklı kutuyla geliyor. Kutu tasarımı için oldukça fonksiyonel bir yol izlenmiş. Kutunun yanlarında bulunan kulakçıları kullanarak kutuyu kolayca açıp hoparlöre hızlıca ulaşabiliyorsunuz. Stand 6’nın kurulumu da hayli basit. Alt ve üst tablalarını vidalar yardımıyla ana kaideyle bir araya getirmeniz el çabukluğuna bağlı olarak 15-20 dakikanızı alıyor. Bundan sonra tek bir hamleniz kalıyor. Contour 20’yi dört vida yardımıyla hoparlör ayağına sabitlemek… Toplamda yarım saat içeresinde hoparlörlerinizi dinlemeye hazır hale getirebilirsiniz.

Tamam, dediğinizi duyar gibiyim. Lafı fazla uzatmadan dinleme testlerim sonucunda edindiğim tecrübeleri sizinle paylaşayım. Bu kez farklı bir yol izleyip albüm albüm, şarkı şarkı gitmektense farklı müzik türleriyle yaptığım dinlemeler sonucundaki fikirlerimi paylaşacağım. Öncelikle Contour 20’nin pişme sürecinin vakit aldığını söylemeliyim. Öyle kutudan çıkardığınızda olağanüstü bir performans sergilemesini beklemeyin. Ona hak ettiği değeri ve saatleri verin ki o da size gerçek yüzünü gösterme imkânı bulsun.

Öyle yurt dışındaki bazı eleştirmenlerin yaptığı gibi üç-dört gün ev sinema sistemine bağladıktan sonra oturup yazı yazmaya kalkarsanız verdiğiniz tüm bilgiler yanıltıcı olur. Ve maalesef hoparlörün gelişimine tanık olduğunuzda eleştiri yazılarının pek çoğunun aceleye getirildiğini görüyorsunuz. Contour 20’nin size gerçek yüzünü göstermesi için 350-400 saati beklemeniz gerekiyor. “Bas geldi, bas gitti, biraz tiz mi çalıyor?” derken, koyu ve büyük çalan tarzı zaman içinde normalize oluyor. Bu fırsatla şunu da söylemeliyim öyle bazı eleştirmenlerin söylediği gibi hoparlör 12 metrekarelik bir alan için kesinlikle üretilmemiş. Evet, “çalıyor!” ama bu kadarlık bir alana sıkıştırmak ona yapabileceğiniz en büyük haksızlık olur. Contour 20 bas performansıyla rahatlıkla 30-35 metrekarelik salonları doldurabilecek güçte.

İkinci Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Dynaudio Special Forty Bölüm 2

$
0
0

Mükemmel Zamanlama ve Dinamizm
Bakalım klasik müzikte durum nasıl? Olivier Messiaen’ın “Turangalila Symphony” eserinin giriş bölümünü dinlemeye başlıyorum. Bu büyük orkestral eserde müzik aleti olarak ne ararsanız var. Ani çıkışlara sahip bu eserde, Special 40 özellikle de tam bu anlarda harikalar yaratıyor. Bir hoparlör hem bu kadar etli ve lezzetli olup hem bu kadar iyi timing’e nasıl sahip olur bilmiyorum ama kalabalık bir orkestral eserde bile hem her enstrümanı olanca doğallığıyla tane tane duyuyorsunuz hem de o büyük davulların sesiyle aniden irkiliyorsunuz. Hoparlör eserdeki ani patlamalara öyle hızlı cevap veriyor ki, bu fiyat seviyesinde böyle bir dinamizme rastlamanız pek olası değil.
Tane Tane Sunum
Madem bu kadar dinamik bir hoparlör var karşımızda koşturmaya devam edelim o zaman. Bakalım, kontrbas gibi birçok hoparlörün yalpaladığı, dağıldığı şarkılarda Special 40 neler yapabilecek? Alboran Trio’nun Meltemi albümünden “Ninna nanna Nic” ve hemen ardından Pinocchio’nun film müziğini dinlemeye başlıyorum. Dino Contenti’nin kontrbas sololarına kulak kabartıyorum. Herhangi bir zorlanma ya da yalpalama emaresi olmadığı gibi, kontrbasın hem kasasından hem de tellerinden gelen ve daha önce pek duymadığım detaylar gün ışığına çıkıyor. Yine harika bir zamanlama yine tane tane, tüm detayları kucaklayan bir sunum.


Hani başta sizi eski günlere taşıyan şarkılardan bahsetmiştim ya Duran Duran güzel bir örnek olabilir. Greatest Hits albümünden en bilindik şarkısı Wild Boys’u seçiyorum. Açılışındaki baslar gücü ve etli yapısıyla daha ilk saniyesinde sizi şarkının içine çekmeyi başarıyor. Özellikle de mid baslarla müzik öyle keyifli bir hal alıyor ki doğrusunu söylemek gerekirse uzun süredir böyle müzik dinlemeyi özlemiştim. Ancak şarkının nakarat kısmında devam eden davullar adeta hoparlörün dışına taşıyor. Kendinizi bir anda müziğe el ve ayaklarınızla eşlik ederken buluyorsunuz. Daha da iyisi içinizden volümü biraz daha açma hissi doğuyor ve öyle de yapıyorsunuz.


Transparan
Greatest Hits’i dinlerken bir şey daha dikkatimi çekiyor. Müzisyenlerin şarkıda vurguladığı ya da altına çizdiği noktalar her ne şekilde anlatılıyorsa; efekt, bateri atağı, klavye, gitar solosu, çığlık ya da inleme…. Hangisinin öne çıkması gerekiyorsa o kısımlar gerektiği zamanda ön plana çıkıyor. Bu hoparlörde öyle aynı ton ve frekans aralığına sıkışmış, tek düze bir sunum söz konusu değil. Eğer arka planda bir şeyler o an için ön plana çıkıyor ve koşmaya başlıyorsa bunu sonuna kadar hissediyorsunuz. Yani kaydın orijinalinde ne varsa, araya bir şey katmadan ya da eksiltmeden ya da eğip bükmeden size ulaşıyor.
Geniş Sahne
Kapanışı da Dream Theater’la yapalım isterseniz: “Metropolis PT 2: Scenes From a Memory”. Bence Theater’ın en iyi albümlerinden biri. Tam bir başyapıt. Boş yok dediğimiz türden bir albüm. “Scene Six: Home” şarkısı siyahi bir kadın sanatçının harika vokali eşliğinde John Petrucci’nin, Queen gitaristi Brian May vari gitar tonuyla attığı sololarla başlar. Şarkıda insan sesi adeta hacim kazanıyor ve geniş bir sahne içerisinde kendine yer buluyor. Samimi, melodik, insanın içine işleyen bir tonalite söz konusu. Baslar hayli tatmin edici; derin ve gövdeli, daha da ötesi etli. Tizler ise çözünürlüğüyle etkileyici bir performans sunuyor. Albümün özellikle Scene Seven II: One Last Time bölümünde tizlerin üst ucunda olup bitenler tüm parıltısıyla size yansıyor.

Sonuç:
Şimdi gözlerinizi kapatın ve Hi-Fi’ye para harcamaya başladığınız o ilk günlerin heyecanına geri dönün. Şimdi bu mutluluğu ve heyecanı ikiyle çarpın. Ve gözlerinizi açın, zira Hi-Fi dünyasında yeni bir efsanenin doğuşuna tanıklık ediyor olabilirsiniz. 3000 Euro’luk (3600 Euro, Türkiye fiyatı+400 Euro Ayak) bu hoparlör bu fiyat kategorisinde son dönemde duyduğum en iyi hoparlörden biri, belki de en iyisi. Hatta genel Dynaudio çizgisinin ötesinde özellikle de Contour 20’ye göre çok daha kolay sürülüyor. Kesinlikle fiyatının çok üzerinde çalan, olağanüstü bir performans sunuyor. Hatta bir adım daha ileri gidip High-End bir sistem kuracaksanız onu temel alarak işe başlamanızı öğütleyebilirim. Elektrik ve akustik enstrümanlardaki gerçekçi performansı, dinamik, detaylı, transparan sesi ve geniş sahnesiyle poptan diskoya, cazdan rock müziğe kadar her türle barışık olan bir hoparlör var karşınızda. Hem de zaman fark etmeksizin. Dinlediğiniz müzik türünün hangi zamana ait bir kayıt olduğunun çok fazla bir önemi yok. Tabii ki daha iyi kayıtlarda daha iyi sonuç veriyor ama hemen hemen hepsinde yüzünüzü gülümseten bir performans alacağınızdan emin olabilirsiniz. Siz de “İyi bir hoparlör bütün müzik türlerini çalabilmeli” diyorsanız, arşivinizdeki albümlerin tozunu almaya başlasınız iyi edersiniz. Zira daha önceden duymadığınız pek çok detay ve keyifli gün sizi bekliyor.

Yazı: Burak Meriç
Fotoğraflar:Necati Ufuk Başkır / www.baskir.com 

Dynaudio Special Forty
Sensitivity: 86dB (2.83V / 1m) IEC power handling: 200W Impedance: 6Ω Frequency response (+/- 3dB): 41Hz – 23kHz Box principle: Bass-reflex rear ported Crossover: 2-way Crossover frequency: 2000Hz Crossover typology: 1st order Woofer: 17cm MSP cone Tweeter: 28mm Esotar Forty Weight: 8.1kg / 17.9lb Dimensions (WxHxD): 198 x 360 x 307mm / 7.8 x 14.2 x 12.1in
Fiyat: 3600 Euro (Ayak 400 Euro)
Distribütör: Select HiFi / www.select-hifi.com

İlk Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Müzik Onunla Daha Güzel: Dynaudio Special Forty

$
0
0

Müziği sadece duymak değil, hissetmek istiyorsanız doğru yere bakıyorsunuz. Dinlediğiniz tür ve zaman ne olursa olsun müzikle aranıza hiçbir engel koymadan dinleme keyfinizi artıran, sevdiğiniz şarkılara eşlik edebileceğiniz High End bir hoparlör arıyorsanız Special 40, fiyat performans oranıyla gerçek bir kelepir.

Kendinize ne kadar zamandır müzik dinlemediğinizi sordunuz mu hiç. Evet, size söylüyorum; cihazlara, hoparlörlere binlerce dolar harcayan, onlarca sistem değiştirip mutsuz olan, arayışlarının sonucunda çevresi tarafından “maymun iştahlı” ya da “tatminsiz” damgası yiyenleri kast ediyorum. Müzik derken, iki-üç kişinin çaldığı bir caz albümünden ya da kaydı süper olan bir klasik müzik CD’sinden bahsetmiyorum. Hani o büyürken sizi etkisi altına alan, belki ilk kez dans ettiğiniz George Micheal-Careless Whisper, A-Ha-Take On Me, Duran Duran-The Wild Boys, Tears For Fears-Shout, The Alan Parsons Project-Eye in the Sky, Def Leppard-Hysteria, Peter Gabriel-Sledgehammer, Genesis-Land Of Confusion gibi parçalardan bahsediyorum. Sizde anısı, dinlediğinizde sizi o yıllara götürme gücü olan, İstanbul’un ruhsuz koşuşturmacası arasında durup bir nefes almanızı, duygulanmanızı, eski güzel günlere dönmenizi sağlayacak şarkılardan bahsediyorum. Hanginiz bu veya benzeri şarkıları o binlerce dolar verdiğiniz Hi-Fi ya da High End sisteminizde dinleyebiliyor. Hatta size bu sistemlerde müzik dinlemek için sevdiğiniz müzik türünü değiştirmeniz gerektiğini söyleyenler bile olmuştur değil mi? Peki, bu sistemler hele de binlerce dolar verdikten sonra belli bir zevkin, belli bir müziğin tekelinde mi olmalı? Hiç zannetmiyorum; iyi bir hoparlör her türlü müziği iyi çalabilmeli, ne istiyorsanız onu dinleyebilmelisiniz. Fakat hangimiz böyle bir özgürlüğe sahibiz ki?

Peki, niye böyle bir giriş mi yaptım çünkü bu kez karşımızda çok farklı bir hoparlör duruyor.

Genişletilmiş Frekans Aralıkları
Dinleme testine geçmeden önce Dynaudio’nun 40. yılı anısına yaptığı Special Forty’nin özelliklerinden biraz bahsedeyim. Forty’nin yeni tweeter ve woofer’ları, sürücüler arasındaki entegrasyonu artırmak için genişletilmiş frekans aralıkları sunuyor. Esotar Forty tweeter, teknoloji olarak Dynaudio’nun meşhur Esotar2’sine dayanıyor ve yeni tasarımı sayesinde olumsuz etkileri olmaksızın 1000Hz civarında üst orta seviyede etkili bir şekilde çalıyor. Esotar Forty tweeter, hassas kaplamalı yumuşak kubbe diyaframı, yeni, son derece güçlü neodyum mıknatısı, optimize edilmiş hava akışının yanı sıra yeni bir mıknatıs sistemi ve keçeden yapılan yansıma emici bir halkayla donatılmış. Forty için geliştirilen tweeter bu sayede önemli ölçüde daha düşük bir rezonans frekansı ve daha da minimize edilmiş bir bozulma sunuyor.

Dynaudio’nun Bugüne Kadar Yaptığı En İyi Woofer
Hoparlörün bir başka iddialı olduğu yanı ise patentli magnezyum silikat polimer (MSP) diyafram malzemesi ve geometrik olarak optimize edilmiş tek parçalı kalıplı koni tasarımı sayesinde Dynaudio’nun şu andaki en iyi 17 cm’lik mid bas sürücüsüne sahip olması. Öyle ki geliştirilmesi esnasında Confidence C1 ve Evidence serisinde kullanılan sürücüden ilham alan woofer, 4000 Hz’e kadar olan frekansları kolayca işleyebiliyor. Orta frekansların doğrudan ses bobine bağlanarak çoğaltıldığı hoparlörde bunun için koni merkezi kullanılıyor. Yüksek dereceli neodyum mıknatısın yer aldığı mid bas sürücüde, bozulmayı en aza indirgemek ve güç kullanımını en üst düzeye çıkarmak için yeni bir fiberglas ses bobini ve Nomex örümcek süspansiyon sistemi mevcut.

İşin Türkçesi mid bas sürücü yukarı doğru yani tiz frekansların bandına doğru çalarken, tiz sürücüler ise daha aşağı doğru inip daha orta üst frekansları kucaklıyor. Bakalım kağıt üzerindeki bu bilgiler sese nasıl yansıyor; gelin, isterseniz hep birlikte dinleme testine geçelim. 450 saatlik hiç de zorlu olmayan pişme süresin ardından hoparlör neler başarabiliyor hep birlikte görelim.

Akıcı ve Detaylı
Keb’Mo’nun “Suitcase” albümünü oldum olası sevmişimdir. Albümü koyduğumda ilk hissettiğim şey sanatçının sesindeki detaylar oluyor. Albümü dinlerken Keb’Mo’nun sesindeki en ince nüansları dahi fark edebiliyorsunuz. Daha önceden neredeyse aynı tonda gelen vokallerin yerini daha akıcı, daha detaylı, daha müzikal bir sunum alıyor. Albümle aynı adı taşıyan şarkıda, şarkıcının belli belirsiz olan nefes alıp verişi net bir biçimde duyuluyor. Gitar, mızıka, harp ve mandolin, vokalle öyle bir uyum içerisindeki hepsi tane tane ama müthiş bir bütünlük ve akıcılık içerisinde size ulaşıyor. Şarkıdaki her katmanı ayrı ayrı duyabiliyorsunuz. Neredeyse canlı bir konser dinlediğinizi söyleyebilirim. Konser salonunda oturduğunuz yeri tarif etmek gerekirse ortanın birkaç sıra önündesiniz. Albümün kapanış şarkısı “Life is Beatifull”da gerçekten içinizi güzel duygular kaplarsa şaşırmayın. Zira John Porter’ın mandolin solosu tüm doğallıyla sizi etkisi altına alıyor. Hoparlör kayıtta var olan tüm detayları müzikal bir biçimde size aktarmayı başarıyor. Kendinizi adeta bir sayfiye yerinde güneşin altında içkinizi yudumlarken hayal edebilirsiniz.

İkinci Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Triangle Elara LN01A ve Triangle Turntable III

$
0
0

İlk olarak Elara LN01A hoparlörlerin performansına bakalım. İlk önce DAC kısmı ve Bluetooth bağlantısı ile başlayalım. DAC üzerinde optik ve koaksiyel girişler vasıtası ile farklı cihazlarınızı bağlayabilirsiniz. Bu tarz hoparlörlerin kullanım amacına bakılırsa genelde oyun konsolu ve televizyon sistemleri bu bağlantıları kullanılıyor. Tabii ki CD çalar hatta bilgisayarlarınızı da bağlayabilirsiniz. Ben CD çalarımı bağlayarak DAC katını denemeye başlıyorum. Denemelerimde Matthias Pintscher’in En sourdine, Tenebrae & Reflections on Narcissus CD’si ile başlıyorum. Bu albüm birçok okuyucumuz açısından fazlasıyla “ağır” olacaktır ama son zamanlarda çok dinlediğim için bir fikir vermesi açısından iyi bir başlangıç noktası. Açıkçası duyduğum şeyler beni eskiye götürüyor. Arkasından bilgisayarımı optik giriş ile bağlayıp farklı çözünürlükte müzik dosyalarını dinlemeye başladım. Elara LN01A içerisine eklenen DAC, gerek masaüstü kullanımda gerekse de küçük bir dinleti odasında detay seviyesi anlamında tatmin edici sonuçlar veriyor. Gerek klasik müzik performansı gerekse de caz büyük orkestralarında sunum anlamında zarif bir profil çizdi. Bunu birazdan açacağım…

Günümüzün değişmez Bluetooth kablosuz bağlantı özelliği olması gerektiği şekilde çalışıyor. Kurulumu kolay, menzili yeterli. Başta Apple Music olmak üzere farklı stream servislerini ve kendi müzik dosyalarımı dinledim. Açıkçası DAC mı Bluetooth bağlantıyı mı tercih edeyim konusunda bir miktar kararsız kaldım. Yeni aptX standardında müzik verilerinin taşınması ve çözülmesi algoritmalarını geliştirdiği için eskisi gibi DAC’ı tercih edin diyebilmek kolay olmuyor. Bana sorarsanız arzu ettiğiniz bağlantı türünü keyifle kullanabilirsiniz.

İkinci tur denemelerde ilk olarak kendi pikabımı arkasından da Triangle pikabı deneyeceğim. Uyum açısından MM bir iğne kullanacağım. Aklıma uzun senelerdir canım çektikçe kullandığım Boboli Signature geldi. Kendi pikabımı işin içerisine sokma sebebim hoparlör sisteminin limitlerini mümkün olduğunca anlayabilmek. Hemen farklı plaklar ile denemelerime başlıyorum. Klasik müzik denemelerinde ilk baktığım şey detay seviyesi oluyor. Solo piyano albümlerinde ise tonlar. Triangle hoparlörler eskiden beri bu alandaki başarıları ile bilinirler. Her ne kadar Elara giriş seviyesi bir hoparlör olsa da, üst modellerin bu alandaki başarının izlerini taşıyor. Piyanoda gerek detay seviyesi gerekse de tonlar anlamında sonuç başarılı.

Vokal ağırlıklı albümlere baktığımızda yine önümüzdeki tablo etkileyici. Diana Krall’ın “Turn Up The Quiet” albümüne bakalım. Genel olarak dinleyiciler tarafından sevilen albüm, şarkıcının vokal yeteneklerini arka plandaki müzisyenlerin minimal dokunuşları ile dinleyiciye ulaştırıyor. Güzel vokaller, geniş sahne, bu tarz bir hoparlörden beklentilerinizi karşılayacak ölçüde başarılı. Hele ki, eski Fransız Chanson’larını seviyorsanız, ki ben severim, bu hoparlörler insanı gerçekten büyülüyor. Farklı caz albümlerinde yine beklediğim detay seviyesini elde ediyorum. Üst frekanslar yine havalarda uçuşuyor. Sınıfına göre çok başarılı bir sunum var.

Rock dinleyicileri açısından duruma bakmak gerekirse, küçük boyutlardaki bir kabinin hissettireceği en önemli eksiklik alt frekanslar olacaktır. Eğer makul mantıklı ölçülerde bir odadaysanız bu eksiklik olmaktan büyük ölçüde çıkarken, oda boyutu arttıkça söz gelimi 30m2’lik bir alanda haliyle hoparlör bir noktadan sonra yetersiz geliyor. Bu noktada büyük kardeşine bakabilirsiniz. Geçtiğimiz gün The Cure yazısını yayına hazırlarken “Disintegration” albümünü de bu sistemi kullanarak dinledim ve küçük çalışma odamda sonuçlardan çok memnun kaldım. Daha sert albümlerde ise hoparlörlerin zamanlaması ve hızı tatmin edici iken, belki bir tık daha fazla alt frekans isteniyor. Bu noktada Ortofon 2M serisinden Bronze veya Black tarzı bir iğne ile daha iyi sonuçlar elde edebilmek mümkün. Liste artar ama ilk aklıma gelen bu…

Gelelim Triangle pikap ve hoparlör ikilisinin sunduklarına. Yazdığım gibi pikap giriş seviyesine konumlanan bir cihaz. Tabii ki kendi pikabımdaki kadar detay seviyesi beklemek büyük bir haksızlık olacaktır. Bu yüzden ikilinin uyumuna ve dinleyicilerine neler sunduğu daha önemli. Öncelikle giriş seviyesi kullanıcılar ve plak dünyasına yeni giren müzikseverlerin birkaç beklentisi var. Bunlardan birincisi kullanım kolaylığı.

Bu açıdan Triangle seti tam puanı almayı hak ediyor. Bu tarz bir sistemi ilk kez kuran bir meraklının pikap katı seçimindeki soru işaretlerinden tutun, pikap kolisini açtığınızda acemi haliyle korku içinde kurulum yapmak gibi konuları unutun. Tek yapmanız gereken şey kabloları yerine takmak ve basit bir şekilde kurulum yapmak. Neredeyse 5 dakika içerisinde müzik dinlemeye hazırsınız.  İkinci konu ise bu tarz bir müzik sisteminin uzun seneler kullanılabilir olmasıdır. Elara LN01A üzerine entegre edilmiş DAC ve Bluetooth kablosuz bağlantı sayesinde aklınıza gelen her türlü cihazı bağlayabilir ve stream servislerinden kendi müzik arşivinize kadar herşeyi dinleyebilirsiniz. DAC’ta tercih edilen 24/192 çözünürlük uzunca bir süre hifi dünyasının standardı olacak gibi gözüküyor. Bu tarafta da kafanız rahat olacaktır.

Gelelim, ürünleri kutusundan çıkarttığınızda nasıl çalıyor sorusuna. Sistemi yaklaşık 15m2’lik çalışma odama yerleştirdim. Hoparlörleri pikabın her iki yanına fotoğraflarda gözükenden daha açık şekilde yerleştirdim. Tizleri kulak cihazıma gelecek şekilde açıyı ayarladım. Tüm bunları düzgün bir satıhta yaptım ve plaklarımı dinlemeye başladım. OM10 benim kendi basit sistemimde de kullandığım bir iğne olduğu için sınırlarını çok iyi biliyorum. Burada da bu sınırları kontrol ederek sistemin nasıl çaldığını tespit etmeye çalıştım.

Öncelikle Triangle Elara LN01A tipik bir Triangle hoparlör. Açık tizler, harika orta frekanslar ve hoparlörün kendi içindeki dengesinde ön plana çıkmayan alt frekanslar. Bu formül markanın bir şekilde imzası. Bu imzayı seven bir kullanıcı emin olun giriş seviyesindeki bu minik hoparlörlere de bayılacaktır. Pikap bu dengeyi herhangi bir tarafa çekmeyecek iyi bir seçim olmuş. Hem kullanıcı dostu hemde müzikal manada insan keyif veriyor.

Evet elektronik tarzlarda hatta günümüzün popüler müziğinde bir grup kullanıcı daha fazla bas isteyecektir. Ancak bana sorarsanız dikkatli bir yerleştirme ile bu hoparlörler gayet tatmin edici sonuçlar veriyor. Aslına bakarsanız bu tarz raf tipi hoparlörleri ayak üzerinde kullanmak ses performansına olumlu bir etki yapıyor ancak bu tarz sistemleri tercih edenlerin bu konuya soğuk baktığını biliyorum. Genelde bu tarz sistemler evde salonda uygun bir konsol veya mobilyanın üzerine kurulur ve günlük hayatın bir parçası haline gelir. Hifi dünyasındaki gibi özel ayak ve rack sistemleri bu tarz sistemlerin olası kullanıcılarının radarında olmuyor. Bu yüzden sistemleri olduğu gibi yorumlamak önemli.

Bence Fransız üreticinin bu sistemi, tatmin edici performans sunarken, her türlü bağlantı seçeneğini üzerinde bulundurarak minimal bir sistem isteyenlerin ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Tabii ki hoparlörleri arzu ederseniz ayrıca satın alıp desktop hifi tarzı bir kullanım içinde kullanabilirsiniz. Bu durumda geleneksel computer audio markalarının seslerinden oldukça farklı tonlar ve açıkçası zerafet ön plana çıkıyor. Benim uzun seneler önce ilk duyduğum zaman sevdiğim ve senelerce severek kullandığım bir ses renginin en yeni üyeleri kesinlikle hayal kırıklığı yaşatmadı bende. Hatta büyük bir keyifle dinledim.

Gelelim işin maddi yönüne. Sadece hoparlörü satın almak isterseniz KDV Dahil yaklaşık 3.400 TL ödemeniz gerekiyor. Teker teker yorumlamak gerekirse ilk bakışta aktif hoparlör fiyatını yüksek diye yorumlayabilirsiniz ancak ürün içerisinde DAC ve Bluetooth bağlantının yanında pikap katının da dahil olduğunu unutmamak lazım. Benim hesabım gayet basit, aynı hoparlörün pasif olan versiyonu yaklaşık 2.600 TL iken ekstradan ödediğiniz 800TL karşılığında ampli, DAC ve pikap katını satın almış oluyorsunuz. Bence avantajlı. Şahsen ben aktif hoparlörleri çok seven ve kullanan bir insan olarak Elara LN01A ile gayet güzel vakit geçirirdim. Gerek sesi, gerek şıklığı gerekse de sunduğu özellikleri ile beni mutlu etti.

Bir set olarak hoparlör artı pikap kombinasyonu da, kendi içerisinde bir dengeye sahip ve uğraşmadan müzik dinlemek isteyenler için güzel bir paket olmuş.  Triangle Elara LN01A ve Triangle Turntable ikilisi Kasım itibarı ile KDV Dahil 4.750 TL’lik bir fiyat etiketine sahip.  Kolay kurulum, hemen her türlü bağlantıyı sunması, ikilinin uyumu konularında bence parasını hak ediyor. Tabii siz daha üst model bir pikap ile hoparlörü de eşleştirebilirsiniz. Ama ilk sistemini kuracaklar veya evlerinde veya ofislerinde basit bir sistem isteyenler için bence güzel bir birliktelik olmuş. Seneler sonra Triangle ürünleri ile haşır neşir olmaktan çok keyif aldım. Belki ilerleyen aylarda benim için efsanevi statüsündeki Comete’leri de mercek altına alırız.

Triangle Elara LN01A ve Triangle Turntable
TYPE Active, Bass reflex WAYS 2 SENSITIVITY (DB/M) 89 BANDWIDTH (+/-3DB HZ-KHZ) 56-22 POWER [W] 2×50 INPUTS RCA, AUX, Optical, Phono, Bluetooth 4.0 A2DP aptX OUTPUT Subwoofer DIMENSIONS (MM) 291x165x291 NET WEIGHT (KG) 9,5 Kg
Fiyat: Tüm fiyatlar KDV dahil ve Kasım 2017 itibarı ile. Triangle Elara LN01A 767 Euro 3.437,69 TL. Triangle Elara LN01A ve Triangle Turntable 1.062 Euro 4.759,88 TL Online satın almak için tıklayınız
Temsilci: Can Hifi / www.canhifi.com

İlk Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Triangle Elara LN01A ve Triangle Turntable

$
0
0

Bu yazımda Triangle cephesinden ilginç bir kombinasyona göz atacağım. Aslına bakarsanız bundan uzun seneler önce Triangle daha küçük bir firma iken, bu tarz bir ürünün geliştirilmesi konusunda çok yazıp çizmiştik. O senelerde Triangle web sitesinin içerisinde bir kullanıcı forumu vardı ve bazen sorulara firmanın geliştiricileri ve çalışanları cevap veriyordu. 10 sene kadar önce desktop audio denen akım yeni yeni başlamıştı ve dönemin Triangle kullanıcıları olarak, bizler bu tarz bir ürünün markaya yakışacağını yazmıştık.  O dönem olmadı ama Triangle geç olsun güç olmasın diyerek ilk aktif hoparlörlerini pazara sundu. Tabii ki fırsatı elime geçince ürünü test amacı ile edindim ve bu yazıda tespitlerimi sizlerle paylaşacağım. Ama yenilikler bununla sınırlı değil. Onlara birazdan geleceğiz…

Triangle Elara LN01A (yazının devamında sadece Elara olarak anılacak) klasik bir raf tipi hoparlör. Siyah ve beyaz renk seçenekleri bulunan hoparlörlerin bana gönderilen örneği beyaz renk idi. Kaplama kalitesi gayet başarılı. Boyut olarak ise makul seviyelerde bir hoparlör seti. 291 x 165 x 291mm boyutları ile eskilerin popüler hoparlörü olan Titus ile yaklaşık aynı boyutlarda diyebilirim. Triangle geçtiğimiz senelerde Elara serisini duyurmuştu. Bu fiyat/ performans odaklı serinin raf tipi hoparlörü ile aynı tasarıma sahip bu hoparlörler.  LN01A kodundaki “A” aktif hoparlör olduğunu belirtiyor bize. Siyah toz koruma kapaklarına sahip olan hoparlörün korumasında üçgen şeklindeki geleneksel Triangle logosunu, hoparlörün üzerinde ise Triangle yazısını görüyoruz. Aktif olan hoparlörün mid/bas sürücüsünün hemen altında sağ tarafta kızılötesi alıcı, sol tarafında ise bildirim ışığı bulunuyor.

Triangle geçmişten bugüne sürücülerini kendisi üreten bir firma olarak tiz sürücülere büyük önem vermiştir. Açıkçası tasarımları da hep farklıdır. Elara serisinde de bu gelenekten vazgeçilmemiş. Tabii ki üst serilerdeki horn yapı üzerine eklenen metal yönlendiriciler bu sürücülerde bulunuyor ancak yukarıdaki fotoğrafta görebileceğiniz üzere tasarım yine farklı!

Yeni serilerde mid/bas sürücülerde tamamen elden geçirilmiş. Bu yeni nesil sürücüleri bende ilk kez dinleyeceğim. Klasik, ortasında bobinleri koruyan kapak bulunmayan sürücü yapısı bildiğim kadarı ile uzun zaman sonra ilk kez kullanılıyor Fransız üretici tarafından. Bakalım performansları nasıl bende merak ediyorum doğrusu.

Klasik iki yollu raf tipi bir hoparlor olan Elara’nın fabrika verilerinin üzerinden geçmek gerekirse hassasiyeti 90dB, frekans aralığı 56-22 (+/-3DB HZ-KHZ), ölçüleri ise 291 x 165 x 291mm. Aktif olan bu hoparlörlerin tüm elektronik bileşenleri geleneksel olduğu üzere bir hoparlör içerisinde toplanmış. Texas Instruments firmasının PA3116 kodlu yongaseti üzerine kurulmuş “D” sınıfı amplifikatör devresi kanal başına 50W güç üretebiliyor. Her aktif hoparlörde olduğu gibi asıl şenlik hoparlörlerin arkasında tabii ki…

Fransız üretici ihtiyaçları çok iyi tespit ederek bence gerekli tüm giriş ve çıkışlara yer vermiş. Üst bölümde klasik RCA girişi, hemen yanında 3.5mm kulaklık girişi ve subwoofer girişi konumlandırılmış. RCA girişi alt kısmındaki siviç vasıtası ile “Line” veya “Phono” olarak ayarlanabiliyor. Yani pikap kullanıcıları ek bir pre-ampliye ihtiyaç olmadan hoparlör üzerindeki MM pikap katını kullanabilirler. Bu sivicin hemen yan tarafında ise topraklama konektörü bulunuyor.

Bunların sağ tarafında ise dijital girişler bulunuyor. 1 adet optik ve 1 adet koaksiyel bağlantıya yer verilmiş. Bu bağlantılar cihazın içerisindeki DAC’a bağlantılı olarak çalışıyor. Cihaz ayrıca Bluetooth bağlantısına da sahip. aptX destekli Bluetooth bağlantısı 4.0 standardını destekliyor. Tüm bu girişler Wolfson WM876 DAC yongaseti ile 24 bit/192kHz çözünürlüğü destekliyor. Bu da çok önemli bir artı puan!

Arka bölümde ses kontrol düğmesi ve aynı zamanda fonksiyon seçim tuşu olarak kullanılan düğme buluyor. En alt sırada ise güç düğmesi, elektrik girişi ve diğer hoparlöre bağlantı konektörü var. Pasif olan hoparlörde ise sadece giriş konektörleri bulunuyor. Her iki hoparlörün birbirine bağlanması için Triangle kendi hoparlörlerinin iç kablolamasında da kullanılan özel oksijenden arındırılmış bakır kabloları ürünün kutusuna eklemiş. Bana sorarsanız giriş ve çıkışlar anlamında tüketicilere eksiksiz bir paket sunulmuş.

Cihazı bir kez açtığınızda geri kalan tüm işlemleri uzaktan kumanda vasıtası ile yapabilirsiniz. Kaynak seçimi, ses yükseltme arttırma ve bunlar haricinde belirli bir oranda bas ve tiz ayarını kumanda üzerinden yapabilirsiniz. Şimdi isterseniz asıl sürprize geçelim. Bu benimde beklemediğim bir üründü :)

İkinci Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Monitor Audio Silver 100 Bölüm 2

$
0
0

Lafı uzatmadan test notlarına geçelim. Öncelikle bu hoparlörün kutusunu açtıktan sonra optimal dinleme sürecine kadar önünüzde “uzuuuun” bir zaman var. Hoparlör sürücülerinin optimal çalışma koşullarına ulaşması gerçekten uzun sürüyor. Biraz sabretmeniz gerekecek. Ben neredeyse hoparlörü 10 gün boyunca 24 saat çalıştırdım. Bu süre sonunda keyifli bir hal aldı dinletilerim. Bu uyarıdan sonra rock albümleri ile başlayalım notlarımıza. 1973 yılında yayınlanan efsanevi The Who albümü “Quadrophenia” ile başlayalım. “The Real Me” şarkısı deyince aklınıza ne geliyor sanırım bas bölümleri değil mi? Ayrıca Keith Moon’un davulları tabii ki. Tek söyleyebileceğim bu boyuttaki bir hoparlörden çıkan alt frekanslar şaşırtıcı ve detaylar etkileyici. Ne oluyoruz dedirtiyor insana. Özellikle güzel bir stand kullanınca ve hoparlörün yerleşimi ile uğraşınca bu etkiler etkileyici hale geliyor. Sadece alt frekanslar değil, hoparlörün genel dengesi ve tonları çok güzel. Bir Monitor Audio hoparlörde bunu yazmak çok kolay olmayabilir ancak yenilenen tasarım anlayışı firmayı bambaşka bir yerlere götürmüş. Şaşırdım…

Farklı rock albümlerinde bu durumu gitar tonlarında, davullarda daha doğru bir tabirle müziğin her alanında görüyorsunuz. İşin ilginç tarafı daha sert ve uçlardaki müzik türlerinde de son derece etkileyici sonuçlar ortaya çıkıyor. Sözgelimi Dimmu Borgir’in Abrahadabra albümünde “Gateways” şarkısındaki çılgın davul partisyonlarındaki hız etkileyici. Bayan vokalist Agnete Kjolsrud’un vokallerinin keskinliği de olması gerektiği gibi.

Her türden rock dinleyicisi bu hoparlöre bayılacaktır!

En zorlu sınav tabii ki solo piyano albümleri ile yapılabilir. Tabii ki Erik Satie – Socrate gibi albümlerde zorluğun seviyesi bir miktar daha artıyor. Piyanoda Reinbert de Leeuw, vokallerde ise son zamanlarda kafayı fena halde taktığım Barbara Hannigan ikisilinin performansı müthiş. Piyano dokunuşları ve odanın içerisinde oluşturduğu sahne alkışı hak ediyor. Vokallerin etkisi de aynı şekilde. Hazır garip alanlara girmişken Barbara Hannigan’ın Mysteries of the Macabre performansına da söyle bir bakmakta fayda var. Benim pek opera yazdığımı görmezsiniz ancak Ligeti ile tanışınca işlerin rengi değişti. Hoş tabii “Le Grand Macabre” çok sıradan hatta normal bir eser değil. Neyse daha alışıldık plaklara dönelim…

Anne-Sophie Mutter’den Vivaldi: The Four Seasons. Kariyerinin ilk dönemlerinde meşhur Alman şef Herbert von Karajan tarafından keşfedilen Mutter’ı Viyana Filarmoni Orkestrası ile birlikte dinleyeceğimiz albüm gerek kayıt gerekse de performansı açısından son derece önemli bir albüm. Kemanlar son derece etkileyici bir etkiye sahip albümde, sunumda da keza aynı şekilde. Detay seviyesi, tonlar gerçekten başarılı. Bu tarz albümlerde odanızın her tarafından uçuşan notalar olur ya, Silver 100 bu noktada bambaşka bir noktada. Raf tipi hoparlörlerin bu alanda başarılı olduğunu zaten biliriz ancak bu önermenin üzerine bu hoparlörün eklediği şeylerde var. Abartı bir durumdan bahsetmiyorum. Yine müziğin detaylarına girebiliyorsunuz. Ancak sahne seven okuyucularımız için duyacaklarından etkileneceklerini söyleyebilirim.

Caz albümlerinde de durum çok farklı değil. Vokal ağırlıklı plaklarda ortaya çıkan ses gayet başarılı. Orta frekanslarda tutturulan denge gayet iyi. Ne çok geride ne çok önde. Ayrıca Silver 100’lerin etkileyici alt frekansları, midleri geriye ittirerek dengeyi bozmuyor. Bu minik hesaplamaların gerçekten çok iyi yapılmış olduğunu söylemek lazım. Ülkemizde de çok sevilen bir şarkıcı olan Cassandra Wilson’ın Traveling Miles albümünden “Run the Voodoo Down” şarkısına bakalım. Albümde alt frekanslar bayağı ön planda olsa da, Cassandra Wilson’ın sesi de dengelenmiş. Ancak arka planda bir çok enstrüman ve minik dokunuşlar olması gerektiği şekilde duyulabiliyor. Vurmalıların etkisi de gayet iyi.

Nina Simone’dan At The Village Gate plağında “House of the Rising Sun” şarkısına bakalım. Her ne kadar bu bir konser kaydı da olsa, Nina Simone diskografisinde çok önemli bir yeri var albümün. Gerek orkestra gerekse şarkıcı öyle bir performans göstermiş ki, atlanacak gibi değil. Nina Simone bu şarkıyı Bob Dylan kaydedip geniş kitlelere ulaşmadan hemen bir kaç ay önce bu plakta seslendirmiş. Ancak asıl bomba The Animals tarafından 1964 yılında patlatılır. Yazılan çizilenlere göre topluluk bu plak üzerindeki yorumdan çok etkilenmiştir. Zaten hem Bob Dylan hem Nina Simone performansına ve yorumuna bakarsanız, The Animals’ın açık ara Nina Simone edisyonundan etkilendiğini kendi kulaklarınızla duyabilirsiniz. Vokaller enfes, hoparlörler bunu çok başarılı şekilde bize ulaştırıyor.

Farklı caz albümleri blues albümleri derken hoparlörün sesine ve karakterine iyice alıştığımı söyleyebilirim. Farklı müzik tarzlarında hatta zaman zaman hifi dünyası için zorlu egzotik elektronik türlere kadar Monitor Audio Silver 100 hemen her albümün altından belirli bir ortalamanın üzerinde çıkmayı başardı.  Bu hoparlörde İngiliz tasarımcılar, çok doğru bir denge oturtmayı başarmışlar. Öncelikle raf tipi bir hoparlör için alt frekans performansı çok çok başarılı. Geçmişte farklı Monitor Audio  aynı durumu görüyorduk ancak bu durum özellikle orta frekansların arka plana düşmesine sebep olabiliyordu. Yeni serilerin başarısı bu durumun ortadan kaldırılması. Keza üst frekanslardaki yeni sürücüler eskiye göre farklı. Keskinlik anlamında daha fazlasını sunuyor ve detay seviyeleri daha yüksek. Ben genel olarak hoparlörü çok beğendim. Peki yerleşim ve eşleştirme konusundaki tespitlerim neler.

Hoparlör yerleşimi çok önemli. Çok küçük bir oda içerisinde Silver 100 kullanmayı düşünmeyin. Her ne kadar üretici kutu içeriğine alt frekans etkisini azaltıp yerleştirmeyi kolaylaştıran sünger tıkaçları eklemiş olsa da, bana sorarsanız bu durum hoparlörün optimal çalışmasını etkiliyor. Eğer odanız küçük ise Silver 50 modelini tercih edin.  İkinci konu ise ayak kullanımı. Hoparlörlerin herbiri 9 Kg’nin üzerinde bir ağırlığa sahip ve performanslarını optimal şekilde gösterebilmek için ayağa ihtiyaç duyuyorlar. İşi ucuza getirip amiyane tabir ile “dandik” bir ayak almayın. Oturaklı, mümkünse içerisine ağırlık eklenebilen bir ayak tercihi yapın. Evet ek masraf ama seste büyük bir gelişim sağlıyor.

Monitor Audio Silver 100 sürmek anlamında çok zor bir hoparlör değil ancak biraz güce de hayır demiyor. Çok alt frekans dominant olmayan dengeli bir solid state ampli ile gayet güzel sürülebilir. Lambalı istiyorsanız biraz fazladan güç üretebilen bir push pull ampli yeterli gelecektir. Bana sorarsanız tabii ki EL34 diyeceğim ama biraz daha fazlası için KT66 hatta biraz daha yüksek bir güç sağlayan bir lamba tercih edilebilir. Kaynak tarafında da aynı şekilde özen göstermek gerekiyor.

Yahu Hakan Bey, 1.120 Euro’luk hoparlörü sürmek için bir sürü masraf yapmaktan bahsediyorsun neden daha üst bir model almayayım ki diyebilirsiniz. Kağıt üzerinde haklısınız. Örneğin bu hoparlörü Roksan K3 gibi bir ampli ile süreyim derseniz cebinizden çıkacak para 1.800 Euro’nun üzerinde. Ancak bu tarz hesapları bir kenara bırakmak lazım. Sisteminizi oluşturan bileşenlerin hepsinin fiyatının dengeli olması gerekliliği bence önemli değil. Siz bu hoparlörü sevdiyseniz ve odanıza uyum sağladıysa onu olması gerektiği gibi sürmek daha mantıklı. Mesela ben kişisel olarak raf tipi hoparlör severim. Bu tarz hoparlörleri sürmek için gerekli yatırımı yapmak bana mantıklı gelmiştir her zaman.

Monitor Audio Silver 100, gerçekten çok başarılı ödediğiniz her kuruşun hakkını sonuna kadar veren bir hoparlör olmuş. Geçmişte Monitor Audio’nun ürettiği benzer seriler için böyle bir cümle yazabileceğimi hiç düşünmezdim ama tasarımcılar gerçekten iyi bir iş yapmışlar ve müthiş bir hoparlör üretmişler. Silver 100 Kasım 2017 itibarı ile KDV Dahil 1.120 Euro’luk fiyat etiketine sahip. Şu günlerde 5.000TL civarında bir fiyattan bahsediyoruz. Bu tarz raf tipi bir hoparlör almayı düşünüyorsanız mutlaka mercek altına almanız gereken dinleyince sizi şaşırtacak bir hoparlör olmuş. Tebrikler Monitor Audio… beni şaşırtmayı başardığın için…

Monitor Audio Silver 100
System Format: 2-way Frequency Response (-6 dB): 40 Hz – 35 kHz Sensitivity (1W@1M): 88 dB Nominal Impedance: 8 ohms Minimum Impedance: 4.5 ohms @ 167 Hz Maximum SPL: 112 dBA (pair) Power Handling (RMS): 120 W Recommended Amplifier Requirements: 0 – 120 W Bass Alignment: Bass reflex. HiVe II port system Crossover Frequency: 2.8 kHz Drive Unit Complement: 1 x 8-inch C-CAM RST bass/mid driver 1 x 1-inch (25 mm) C-CAM Gold Dome tweeter Cabinet Dimensions (Excluding Grille and Terminals): 375 x 230 x 300 mm Weight (each): 9.3 kg
Fiyat: 1.120 Euro KDV Dahil ( Kasım 2017 itibarı ile 5.033TL)
Temsilci: Art Of Sound / www.artofsound.com.tr

İlk Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Monitor Audio Silver 100

$
0
0

Monitor Audio, yaklaşık 40 yıldır hoparlör üreten ve ülkemizde de oldukça seveni olan bir İngiliz firması. Geçmişten bugüne bir çok Monitor Audio hoparlörünü dinleme fırsatı bulmuş olmama rağmen, Stereo Mecmuası’nda bu markaya hiç yer vermemiştik. Bu eksikliği gidermek adına hemen markanın ülkemizdeki mümessili Art Of Sound ile irtibata geçip incelemek için bir hoparlör belirledik. Bu yazımızda mercek altına alacağımız hoparlör Monitor Audio firmasının Silver 100 modeli raf tipi hoparlörü. Kişisel olarak raf tipi hoparlörleri ve monitörleri sevdiğimi biliyorsunuzdur. Hal böyle olunca seçimim de bu yönde oldu.

Silver serisi, firmanın üst serilerine geçiş modeli diyebiliriz. Gerek yapısı gerekse de işçiliği ile ortalamanın üzerinde bir hoparlör olduğunu kutusunu açtığınızda anlıyorsunuz. Hoparlörler boyutlarının üzerinde bir ağırlığa sahip. Oldukça kaliteli bir işçiliğe sahip olan hoparlörlerin, köşeleri hafif şekilde yuvarlatılmış ve gerçek ahşap kaplama ile tamamlanmışlar. Silver serisinde geniş bir renk seçeneği mevcut. Evinize uyan bir model mutlaka bulursunuz. Hoparlör geleneksel çift sürücülü yapıda.  Bu sürücüleri korumak için verilen ızgara bir çok yeni hoparlörde gördüğümüz gibi mıknatıslı.

Geçmişte Monitor Audio hoparlörlerde görmeye alıştığımız  Büyük “M” logosu da kaldırılmış. Sadece koruma ızgarası üzerinde küçük bir “Monitor Audio” logosu bulunuyor. Bence olumlu bir karar…

Monitor Audio Silver 100 modelinde firmanın en gelişmiş klasik yapılı tiz sürücüsü kullanılmış. Üst modellerde yani “Gold” ve “Platinum” serilerinde ribbon sürücü kullanılıyor. Silver serisinden aşağıya doğru gittiğinizde ise klasik kubbe tipi sürücüleri görüyoruz. Tamamen sıfırdan tasarlanan 25 mm C-CAM sürücüler iddialı özelliklere sahipler. Seramik kaplanmış alüminyum magnezyum alaşımlı sürücü üniteleri soğutulumuş yeni Neo mıknatıs sistemine sahipler. Üreticinin iddiası sürücülerin düşük distorsiyon ve temiz bir üst frekans performansı sunduğu.

Sürücüler oldukça şık metal bir korucuya sahipler. Sürücünün üzerinde küçük bir Monitor Audio logosu eklenmiş. Dediğim gibi geçmişte o koca “M” logolu hoparlörlerden çok daha güzel bir tasarım olduğunu söyleyebilirim kendi adıma. Bakınız yukarıdaki fotoğraf…

Hoparlörü açtığınızda ilk dikkat ettiğiniz şeylerden bir diğer ise mid/bas sürücü. Firmanın teknik bilgiler kılavuzuna bakılırsa yeni sürücüler için bayağı çalışma yapılmış. 5 çeyrek inç boyutlarındaki sürücü, tiz sürücüler seramik kaplanmış alüminyum magnezyum alaşımdan üretilmiş. Hoparlör konisindeki bu ilginç tasarım sürücünün sağlamlığını garanti altına alıyor. Sesi şöyledir böyledir onu ayrıca zaten yorumlayacağız ancak sürücü sanki gelecekten çıkıp gelmiş bir tasarıma sahip. Ben çok beğendim. Özellikle beyaz renk gibi bir kabin rengi tercih ederseniz, endüstriyel tasarım sevenler için harika bir seçim olur… Dediğim gibi bol renk seçeneği mevcut.

Hoparlörlerin arkasında bir bas refleks portu ve alt tarafta giriş konektörleri bulunuyor. Arzu edildiğinde bi-ampling veya bi-wiring ile sürebileceğiniz hoparlörlerin konektörleri gayet sağlam ve kaliteli gözüküyor. Bu arada hoparlörlerin fabrika verilerine de bir göz atalım. Frekans aralığı (-6 dB): 40 Hz – 35 kHz, hassasiyet (1W@1M): 88 dB, nominal empedans 8 ohms, minimum empedans: 4.5 ohms @ 167 Hz, maksimum SPL: 112 dBA, tavsiye edilen amplifikatör gücü  40 – 120 W aralığında verilmiş.

Hoparlör 375 x 230 x 300 mm boyutlarında yani oldukça büyük bir raf tipi hoparlör diyebiliriz. Orta ve büyük dinleme odalarında kullanılması üretici firma tarafından tavsiye edilmiş.

Hoparlörleri yakından tanıdığımıza göre, artık dinleti notlarına geçebiliriz. Normal koşullarda kendi hoparlörlerimi kaldırarak sistemime Monitor Audio Silver 100 modelini dahil ederek dinletilerime başladım yazarım ama asıl amplifikatörüm kanal başı 3W’lık çıkış gücü ile hoparlörü olması gerektiği gibi besleyemiyor. Durum böyle olunca farklı lambalı ve solid state amplifikatörler ile dinletilerime başlıyorum. Ağırlıklı olarak Luxman MQ60 ve Exposure Model VIII güç amplileri kullanacağım. Tabii ki farklı amplilerde deneyeceğim.


İkinci Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar


Dynaudio Emit M20 Bölüm 2

$
0
0

Uzun bir yanma sürecini atlattıktan sonra farklı ampliler ile denemelerime başladım. Kendi amplilerim yanında Marantz PM6006 gibi bir dizi daha makul fiyat seviyelerindeki ürünleri de dinlemeye çalıştım. Tüm bu sök tak süreçlerinden sonra Emit M20 belki üst modelleri gibi seçici bir hoparlör olmasa da, yine de ampli konusunda biraz özen göstermek gerekiyor. Lambalı ampli kullanmak istiyorsanız güçlü bir ampli kullanmanız neredeyse şart gibi. Tabii ki “A” sınıfı bir ampli ile hayat bambaşka bir hal alıyor ama Dynaudio’nun ses karakterine uygun bir hoparlör ile gayet başarılı bir performans elde edebilmek mümkün.

İlk merak ettiğim şey piyano performansı. Kore’de dünyaya gelen piyanist İlia Kim’in Clementi – Sonatas Preludes albümü ile başlayalım. Kişisel olarak Clementi ömrünün sonlarına doğru bestelediği sonatları daha çok seviyorum, belki daha karmaşık oldukları için. Tonlar tam beklediğim gibi. Raf tipi hoparlörlerin en önemli avantajlarından sahne konusunda kutudan çıkartır çıkartmaz insanı mutlu eden bir performans söz konusu. Minimal dokunuşlar, çekiçlerin tellere usulca dokunması gibi mikro detay seviyesinde de sınıfına göre üstün bir performansı olduğunu söylemeliyim. Hazır solo piyanodan bahsetmişken bir kuple de Karlheinz Stockhausen mantra dinlemeden olmaz. gayet mutluyum performanstan.

Daha büyük orkestral eserlerde tabii ki, belirli bir sınıftaki hoparlörlerin,  üst modellerin performansına ulaşmasını beklemek pek doğru olmaz. Burada baktığım şey, büyük tabloya (!) bakmak. Genel tonların, detay seviyesinin ve hoparlörün bana  verdiği hisler. Örneğin Shostakovich Cello Concertos gibi bir plakta özellikle alt frekanslarda üst sınıf bir hoparlörün detay seviyesine, tonlarına ve hatta etkisine ulaşmasını beklemiyorum. Ancak duyduklarım beni mutlu ediyor. Burada en dikkat edilecek konu yerleşim. İyi bir stand veya eğer mobilya üzerinde kullanacaksanız izolasyon malzemesi şart.

Rock müzik dinleyicilerinin beklentilerini de karşılayacak bir hoparlör Emit M20. Dinamizm ve doğru tonlar birleşince ortaya keyifli bir tablo çıkıyor. Hoparlör, heyecanı dizginlenemez aşırı keskin hatlara sahip değil. Başarılı tiz sürücünün performansa büyük bir artısı var. Örneğin The Who‘dan “My Generation” dinlerken bazı sistemlerde arkada kaybolan ziller, burada gayet duyulabilir durumda. Aynı şarkının bas bölümleri içinde aynı şeyi söyleyebilirim. Şarkının ilk dönüşümdeki bas sololarına özellikle dikkat! Dengesi çok başarılı en önemlisi de gitar tonları insana keyif veren türden. Tabii ki dönemin farklı albümleri havalarda uçuşuyor. Rock dinleyicisi açısından bu boyutlardaki bir hoparlörden beklentilerinizin ötesinde şeyler duyacağınızı söyleyebilirim.

Hoparlörü biraz zorlamak adına Cannibal Corpse’un yeni albümü “Red Before Black“i dinlemeye başlıyorum. Daha ilk şarkı “Only One Will Die” kısa bir gitar girizgahının akabinde tam anlamı ile yaydan fırlayan ok gibi kopmaya başlıyor. Hoparlörün zamanlaması, hızı gayet başarılı. Bu tarz albümlerde yavaş hoparlörlerin fena halde dağıldığını görebiliyoruz. Saniyede yüzlerce riff havalarda uçarken makulun çok üzerinde bir ses seviyesinde bu dağılmanın görülmemesi benim için önemli. Çünkü müzikal manada Death Metal ile Grindcore arasında gidip gelen ve teknik hız üzerine kurulu bir albüm bu. Dinlemek bir noktadan sonra eziyet, bunu da söylemek lazım…

Caz albümlerine geçersek Diana Krall’ın yeni albümü Turn Up The Quiet‘e bir bakış atabiliriz. Diana Krall’ı seversiniz sevmezsiniz orası ayrı ama bu albümde son birkaç albümüne göre gerek müzikal gerekse de vokal tekniği açısından büyük gelişme var. Sıkıcılıktan ve tekrardan vazgeçerek eski günlerine dönemeye karar veren Krall’ın ilginç ses tonu, insanı her zaman başka dünyalara götürme potansiyeline sahip. Vokallerin etkisi çok çok başarılı. Arka plandaki enstrümanlar duyuluyor ancak bir Krall albümünde olması gerektiği gibi vokaller çok çok önde. Albümün sahnesi de bir ilginç, hatta devasa. Buarada da durum farklı değil. Daha eski vokal jazz plaklarına baktığınızda etki değişmiyor. Sanki bir stüdyo mönitörü hassasiyetinde ve kararlılığında bir performans var. Ancak tonlar sıcak.

Daha büyük orkestralara doğru geçtiğinizde tıpkı klasik müzik dinletilerinde olduğu gibi bu boyutlardaki hoparlörlerin dezavantajlarının mümkün olduğunca üzerinde çalışıldığını ve dengeli bir sunum olduğunu görüyorum. Benim kişisel olarak dinlemeyi sevdiğim plaklarda ise örneğin -SunRa albümleri- keskinlik seviyesini, detay seviyesini ve tonları çok çok beğendiğimi söylemek isterim. Hoparlör çok iyi şekilde dengelenmiş. Detay seviyesi, müzikalliğin önüne geçmiyor. Tizler olması gerektiği şekilde ne kulağınızı kanatıyor ancak silik halde de değiller.

Hele ki, tek tabanca, elinde gitarını alıp blues çalan amcaların albümlerini dinlediğinizde ne olduğunuza şaşırıyorsunuz. Kaydın iyiliği veya kötülüğü önemli değil, gitar tonları insanı etkiliyor. Gelecek aylarda, bu konuda çok fazla albüm incelemesi yayınlamayı planlıyorum. Delta Blues ayrı bir dünya. Daha popüler tarzlarda yine raf tipi hoparlörlerin bazı sorunları ile karşılaşacaksınız.

Özellikle elektronik müzik dinleyicileri gövde yani alt frekanslar konusuna oldukça önem veriyorlar. Tabii ki bu tarz bir hoparlörden, kule tipi bir hoparlörün performansını beklemek mümkün değil. Ama benim gibi belli başlı grupların -örneğin Chemical Brothers, Massive Attack vesaire- müziğini dinliyorsanız ve sizin için ikincil veya daha az  öneme sahipse gayet vakit geçiyor. Kişisel olarak çok uzun seneler raf tipi hoparlörler ve bunların alt frekanslar konusunda çok iddialı olmayanları ile vakit geçirmiş bir insan olarak ben bu tarz tonlarla yaşamak için alt frekanslardan seve seve belirli bir noktada bir miktar feragat edebilirim diye yazarım her zaman. Sonuçta elektronik müziğin hardcore dinleyicisi değilseniz, ve kırk yılın başı Daft Punk gibi gruplar albüm yaptığında alıp dinliyorsanız size de alt frekanslar konusuna çok takılmamanızı tavsiye ederim.

 

Dynaudio Emit M20, markanın, Türkiye mümessili Select Hi-Fi tarafından yapılan sabit kur kampanyası ile Kasım 2017 itibarı ile KDV dahil  yaklaşık 3.300TL’lik bir fiyat etiketine sahip. Standart bir giriş seviyesi hoparlöre göre birazcık pahalı diyebileceğimiz Emit M20, verdiğiniz para karşılığında size sundukları ile sınıfında gönül rahatlığı ile tavsiye edilebilecek bir hoparlör olmuş. Detay seviyesi, denge, sahne, dinamizm gibi tüm alanlarda dinleyicisini mutlu eden hoparlör, iş tonlara geldiğinde bambaşka bir sınıfın hoparlörüymüş gibi çalıyor. Dynaudio Emit M20, çok fazla para harcamadan harika bir sistemi üzerine inşa edebileceğiniz kadar güzel bir hoparlör. Alışveriş listelerinin en üst sıralarında bulunmayı hakediyor…

Dynaudio Emit M20
Tip 2 Yollu Hassasiyet 86dB (2,83V / 1m) IEC Güç Kullanımı 150W Empedans 4 Ohms Frekans Tepkisi (± 3 dB) 50Hz – 23kHz Kutu Tipi Bas Portlu Crossover 2 way Crossover Frekansı 2600Hz Crossover Topoloji 1st/2nd order Bas Sürücü 17cm MSP Tiz Sürücü 28mm soft dome Ağırlık 7.5kg / 16lb Ölçüler (W x H x D): 215 x 355 x 265mm 8.5 x 14 x 10.4in
Fiyat: 840 Euro 3.351 TL (Kasım 2017 itibarı ile KDV Dahil)
Temsilci: Select Hifi / www.select-hifi.com

İkinci Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Dynaudio Emit M20

$
0
0

Son dönemlerde farklı Dynaudio modelleri konusundaki görüşlerimizi sizlerle paylaştık. Bu kez Emit M20 modelini mercek altına alacağız. Ben kişisel olarak geçmişten bugüne Dynaudio’nun giriş seviyesi hoparlörlerini çok severim. Seneler içerisinde bu segmentte neler değişmiş ona bir bakma fırsatım olacak. Aslında sadece Dynaudio değil, bir çok markanın giriş seviyesi raf tipi hoparlörlerini ön plana çıkartma sebebim, bu tarz hoparlörlerin uygun metrajlı odalarda harika ses vermelerinin yanında, performanslarını gösterebilmeleri için daha makul mantıklı sayılabilecek ekipmanlar ile eşleşmesi gerekliliği. Bu durum, geniş meraklı kitlelerinin bu tarz hoparlörlere ve dolayısıyla müzik sistemlerine ulaşabilmesini sağlıyor. İsterseniz Emit M20 hoparlörleri yakından tanıyalım.

Emit M20, gayet klasik bir Dynaudio monitörü. Dışarıdan baktığınızda gözünüze yabancı gelemeyen bir tasarım var. 215 x 355 x 280mm boyutlarındaki hoparlörler iddialı olmayan ama gayet şık bir kaplamaya sahipler. Klasik tip toz korumalarına sahip olan hoparlör, klasik iki yollu tasarıma sahip. Bas refleks portu ise arka bölüme yerleştirilmiş. Minik bir Dynaudio logosu hoparlörün alt kısmına yerleştirilmiş. Sürücülerin çevresindeki plakalar gümüş renkte seçilmiş. Siyah ile kontrastı sayesinde hoparlör sıkıcı görünüme sahip olmaktan kurtulmuş.

Dynaudio hoparlörleri özel yapan şey, firmanın ürettiği sürücüler. Danimarka bu konuda zaten namı yürümüş bir ülke. Zaten firmanın logosu bile olmasa, mid/bas sürücüyü gördüğünüz anda markayı hemen tanırsınız. Emit M20 içinde aynı durum geçerli. Hoparlörde yer verilen tiz sürücü D280 modeli. Bu tiz sürücüler aslında D260 modelinin tamamen elden geçirilmiş bir versiyonu. Bu sürücüler seneler boyu farklı Dynaudio hoparlörlerde kullanılmıştı. Firma yakın  zamanda bu sürücüleri tamamen yenileyerek D280 kodunu verdi. Yine ipek kubbe tipi yapıdaki sürücü için üretici oldukça iddialı. 28mm boyutlarındaki sürücüye eşlik eden mid/bas sürücü ise 17cm MSP yapıda.

Magnesium Silicate Polymer (kısaca MSP) magnezyum silikon polimer yapıda bir sürücü. Gelişim aşamasında düşük ağırlık ile yüksek rijitlik elde edilmek üzere çalışan sürücü için özel iç yalıtım malzemeleri kullanılmış. Dynaudio tarafından verilen bilgilere göre her sürücü maksimum performans için eşlenerek kullanılıyor. Bu aslında yeni haber değil. Geçmişten bugüne firmanın giriş seviyesindeki hoparlörlerinin bu denli sevilmesinin arkasındaki sebep, detaylara gösterilen özen olmuştur.

Hoparlörün arka bölümünde tek bir set konektör bulunuyor. Hemen üzerinde model ve seri numaralarını içeren bir bilgi etiketi ve en üstte bulunan bas refleks portu. Konektörler yuvarlak bir yuva içerisine yerleştirilmiş. Çok kalın ve biçimsiz yassı yengeç tipi konektör kullanan hoparlör kabloları hariç herhangi bir sorun yaşamadan arzu ettiğiniz kabloları bağlayabilirsiniz. Eğer bu tarz bir kablo kullanacaksanız örneğin Gyrphon referans kablolar biraz zorlanabilirsiniz. Tabii ki gerçek hayat koşullarında bu tarz pahalı bir kabloyu bu tarz bir hoparlör ile kullanmazsınız!

Hoparlörün üretici tarafından verilen teknik bilgilerine göre hassasiyeti  86dB (2,83V / 1m), güç ihtiyacı maksimum 150W,  empedansı 4 Ohm, frekans yanıtı (± 3 dB): 50Hz – 23kHz ve x-over frekansı 2600Hz. Tabii tüm bu değerler kağıt üzerinde görünenler. Gerçek hayat koşullarında hoparlörlerin nasıl çalacağına ayrıca bakacağız.

Son zamanlarda daha fazla hoparlörde görmeye başladığımız bas refleks portunu kapatmak için kullanılan malzemeye Emit M20 kutu içeriğinde de yer verilmiş. Benim hep söylediğim şey, oda metrajınıza uygun hoparlör seçmeniz. Eğer odanıza göre büyük bir hoparlör seçerseniz ve alt frekanslar sizi rahatsız ediyorsa bu tıkaçları kullanarak bu etkileri azaltabiliyorsunuz ancak hoparlörün genel performansında da kayıplar yaşıyorsunuz. En güzeli paket içerisinde bu tıkaçlarda varmış deyip kutuya geri koymak bana sorarsanız. Şimdi isterseniz hoparlörler nasıl çalıyor buna bir bakalım.

İkinci Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Quad Z-1 80th Anniversary Bölüm 2

$
0
0

Quad Z-1 denemelerime başladığımda ilk dikkatimi çeken şey güç ihtiyacı oldu. Düşük hassasiyet, ribbon yapılı devasa tiz sürücüler söz konusu olunca bu durum gayet doğal. Ben kendi çözümümü bi-ampling yani her bir hoparlörü birer stereo güç amplifikatörü ile beslemekte buldum. Tabii ki uygun bir push-pull lambalı amplifikatör veya biraz kalburüstü bir entegre amplifikatör de gayet güzel iş görecektir. Bu tarz hoparlörler sınıf anlamında yukarıya doğru giden bir yokuşun en başlarında olduğundan, sistemin tüm bileşenlerinde belirli bir özen gösterilmesi gerekiyor. Ben tabii ki deneme amaçlı lambalı ampli denemeleri de yaptım. Küçük metrajlı bir odada gayet keyifli sonuçlarda aldım. Gün sonunda Quad Z-1 yanındaki cihazlara özen gösterilmesi hatta çok özen gösterilmesi gereken bir hoparlör dersem yanlış olmaz. Peki bu özeni gösterince ne oluyor.

Klasik müzik denemelerime kendi zevkime uygun albümler ile başladım. Claudio Abbado yönetiminde Berlin Filarmoni orkestrasından Karlheinz Stockhausen’in Gruppen kayıtlarını Deutsche Grammophon’dan dinlemeye başladım. Bu eserin önemli özelliği 3 farklı orkestra tarafından seslendirilmesi. 3 şef birbirleri ile eş zamanlı olarak 3 orkestrayı yönetirken, siste üzerindeki baskı haliyle 3 kat artıyor. Çok farklı kompozisyonlar ve enstrüman kullanımı, bu tarz albümlerin çalınmasını son derece zorlaştırıyor. Hele ki, raf tipi bir hoparlör için bu senaryo bir kabus. Hemen arkasından da bu defa “Carré” kayıtlarını dinledim. İlerleyen saatlerde daha bilindik eserlere tabii ki geri döndüm.
Öncelikle detay seviyesi şimdiye kadar denediğim konvansiyonel Quad hoparlörlerin hepsinden daha iyi. Hatta sınıfında da iddialı bir hoparlör olduğunu düşünüyorum. Ribbon sürücülerin boyutları büyüyünce üst frekanslar acaba çok mu baskın olacak diye düşünürken tasarımcılar dengeyi çok iyi tutturmuşlar. Orta frekanslar son derece açık ve alt frekanslar tatmin edici. Tatmin edici derken bu konuya birazdan döneceğiz. Smoke & Mirrors Percussion Ensemble plağında hemen her vurmalının mikro seviyede detay seviyesi çok etkileyici ve hoparlör tüm odayı olması gerektiği gibi dolduruyor. Her taraftan bir ses duyuyorsunuz. Bu plakta beklentim zaten bu yönde. Sonuç kesinlikle tatmin edici.

Caz müzik denemelerimde de ilk önce kendi sevdiğim albümler ile başladım. Arkasında daha çok sevilen ve tanınan albümlere döndüm. John Coltrane’den Giant Steps‘i ele alalım. Albüme ismini veren parçaya bakarsak ilk baktığım şey, arka planda Art Taylor tarafından çalınan davul ve Paul Chambers’in arka planı ilmek ilmek dokuduğu baslar. Tizler daha önce belirttiğim gibi açık, kesinliği çok iyi ayarlanmış. Ne çok arka planda duyulmaz halde ne de çok ön planda kulakları tırmalayacak halde. Hatta bana sorarsanız bir tık daha ön planda bile olabilirdi. Alt frekansların çözünürlüğü iyi, etkisi de aynı şekilde. Hoparlörde sevdiğim bir diğer konu, Coltrane’nin emprovize girdiği ve insanı heyecanlandıran pasajlarda bazı notlar basılırken ortaya çıkan ses olması gerektiği gibi. Üflemelilerin bazı tonları insanın şöyle bir irkilmesine sebep olur. Bazen bunların fazla yuvarlatıldığını duyarsınız. İyi bir hoparlörde bence bu kabul edilebilir bir konu değildir. Quad Z-1 bu konuda da başarılı. Bu arada Wynton Kelly “Naima” şarkısında piyanoyu ne kadar güzel çalmış ve ortaya ne kadar güzel bir şarkı çıkmış.

Orta frekanslara daha detaylı bakmak için bu kez vokal ağırlıklı albümlere geçiyorum. Hayret seneler sonra düzgün bir Norah Jones  albümü dediğim “Day Breaks” ile başladım. Şarkının başındaki baslar ve vurmalıların etkisi gayet iyi. Vokallerde olması gerektiği gibi ve sahne süper başarılı. Antonio Carlos Jobim’den “Stone Flower” bu defa fısıldar seviyelerde vokallere bakıyorum. Tane tane olması gerektiği gibi bir sunum var. Sahne yine dikkat çekecek kadar etkileyici.

Benim için önemli referanslardan bir tanesi gitar tonlardır. Tek kişilik blues plakları üzerinde yaptığım denemelerden sonra rock albümlerime dalıyorum. Kaydı son derece kötü albümlerden günümüzün kalburüstü örneklerine kadar yaptığım seçkiden, Alice Cooper’den “Paranormal” plağına bir bakalım. Alice Cooper, 27. stüdyo albümünde üflemeliler farklı vokaller derken bir çok yenilik denemiş. Bu hem dinlenmesi keyifli hemde test açısından iyi. Hoparlör, karmaşık pasajlarda bile dağılmıyor ve gitar tonları, davullar hepsinin etki iyi. Karbonfiber veya kevlar sürücüler geçmişte bazı hız sorunları yaşartıyordu malumunuz. Buradaki durumu da Cannibal Corpse’tan “Red Before Black” albümüne bakarak test ediyorum. Delicesine hızlanan davul bölümleri, durmaksızın basılan bas pedalları derken duymak istediklerimi duyuyorum.

Yukarıda  alt frekanslar tatmin edici ancak bu konuya daha sonra döneriz demiştim. Rock ve daha ekstrem türlerdeki denemelerimden sonra bu konuyu biraz açmak istiyorum. Bildiğiniz gibi raf tipi hoparlörlerin bir kullanım alanı da, konsol veya mobilya üzerine koyarak kullanmak oluyor biliyorsunuz. Quad Z-1 böyle bir yerleşim ile kullanmayı planlıyorsanız bunu hemen unutun. Hoparlörden genel olarak ancak ağırlıklı olarak alt frekanslardan başarılı bir performans elde etmek istiyorsanız iyi bir stand olmazsa olmaz. Yerleşim konusunda ise “Z-1” çok talepkar değil. Ben sırf meraktan bu hoparlörün atası Corner Ribbon modelinin kullanım senaryosunu da oldukça minik bir odada denedim. Hoparlörleri iki duvarın kesiştiği yere koydum ve çok keyifli bir sonuç elde ettim. Normal koşullarda arkasında bas refleks portu olan hoparlörlerde sesi biraz yükselttiğiniz anda bu yerleşimde hoparlörler kelimenin tam anlamı ile dağılırken Z-1 açısından sorun olmadı. Hatta keyifli bile oldu. Ancak dediğim gibi stand ek bir masraf ama gerekli!

Günümüzün popüler müzik tarzlarında ise keyifle dinledim hoparlörleri. Elektronik müzik söz konusu olduğunda her zaman söylediğim gibi ana dinlediğiniz müzik tarzı bu değil ise ve benim gibi arada sırada sevdiğiniz albümleri dinlemeyi istiyorsanız sorun yok. Ancak her dakika elektronik müzik dinliyor ve gümbür gümbür bas duymak daha doğrusu hissetmek istiyorsanız Z-1 sizin için uygun değil.

Quad S2 hoparlörü konu alan bir yazımı hatırladıysanız, çok beğendiğimi yazmış ve son dönemlerde dinlediğim en güzel Quad hoparlör olduğunu söylemiştim. Bu alanda tacı alan Quad hoparlör “Z-1” oldu. Ancak bu tacı takabilmek için Z-1 üzerinde birazcık çalışmanız lazım.

Öncelikle güç ihtiyacı abartı boyutlarda olmasa da, orta / üst sınıf bir amplifikatör kullanmanız şart. Ayrıca kaynak anlamında da hoparlörü iyi şekilde beslemeniz şart. Stand konusunu yukarıda zaten anlatmaya çalıştım. Tüm bu duruma baktığınızda eğer sıfırdan bir sistem kuracaksanız kesenin ağzını açmanız gerekiyor. Hoparlör Aralık 2017 itibarı ile 1.820 Euro’luk bir fiyat etiketine sahip. Dükkan Hifi’ın şu sıralar devam eden kampanyası ile 7.000TL civarına bu hoparlöre sahip olabiliyorsunuz. Bu fiyat seviyesinde birçok iddialı hoparlör var ve Z-1’i bu hoparlörler listesine  kesinlikle koyarım ancak dediğim gibi seçenek tüketiciler açısından çok fazla.

Tüm bu faktörlere ve işin maddi tarafından değil de, ses açısından baktığınızda evet “Z-1” kişisel anlamda dinlediğim en güzel Quad hoparlör olabilir ve tacı almış olabilir ancak Quad S2 hala bir fiyat/performans kralı. Neredeyse yarı fiyata gayet tahmin edici bir ses elde ederken, daha kolay sürülebilmesi ve yerleşiminin daha kolay olması gibi faktörler sayesinde bana sorarsanız ciddi bir seçenek. Hele ki, bütçesi daha dar meraklılar için. Ancak bütçeniz daha geniş ise Z-1’i duyduğunuzda ondan vazgeçmek kolay değil.

Quad Z-1 80th Anniversary, daha kutusunu açıp, hoparlörleri dışarıya çıkarttığınız zaman insanı etkileyen bir hoparlör. Farklı tasarımı, birinci sınıf kaplaması ve işçiliğine edilebilecek tek bir olumsuz söz yok. Bu güzellikler, düzgün bir sisteme sahipseniz ve hoparlörü sisteminize bağlandığınızda da devam ediyor. Güzel tonlar, dengeli performans ve iyi ayarlanmış vurguları ile sunumu keyif veriyor Z-1’in. Hep yazdığım gibi raf tipi hoparlörler ile yaşamaya karar verdiğinizde onların avantaj ve dezavantajlarını kabul etmiş olmalısınız. Alt frekanslarda tatmin edici sonuçlar elde etmek için bazı şeylere dikkat etmeniz gerekiyor ve bunları yaptığınızda Z-1 gerçekten insanı etkileyecek kadar güzel çalıyor. Hem sesi hemde görüntüsü ile Quad cephesinden müthiş bir hoparlör olmuş.

Quad Z-1 80th Anniversary
Hoparlör Yapısı Bas Portlu Hoparlör Tipi 2-Yollu Bas Sürücü 150mm Black Glass Fibre Cone Tiz Sürücü 90x12mm True Ribbon AV Kalkanı Hayır Hassasiyet (1W @ 1m) 86db Önerilen Amplifikatör Gücü 40-150w Güç Kullanımı (Tepe Değer) 100w Peak SPL 102dB Nominal Empedans 8Ω Min. Empedans 4.6Ω Frekans Tepkisi (+/- 3dB) 56Hz – 20kHz Bas Uzantısı (-6dB) 48Hz Crossover Frekansı 3.4KHz Kabin Hacmi (Litre) 10L Ölçüler 383 x 219 x 283 Ağırlık 6.5kg Renk Piano Black / Piano Rosewood
Fiyat: 1.820 Euro karşılığı 7.469,28TL özel indirim ile 7.096 TL (Aralık 2017 itibarı ile KDV Dahil) / Online satın almak için
Temsilci: Dükkan Hifi / www.dukkanhifi.com

İlk Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Quad Z-1 80th Anniversary

$
0
0

Geçtiğimiz aylarda Quad S2 hoparlörü konu alan bir yazı yayınlamıştım. Bu hoparlör bulunduğu fiyat seviyesinde beni oldukça şaşırtmış ve uzun zaman sonra Quad cephesinde böylesine farklı bir şey dinleme fırsatı bulmuştum. Quad denince benim aklıma gelen ilk şey tabii ki, klasik elektro statik hoparlörler ve lambalı ampliler. Tabii ki uzun zamandır firmanın ürün kataloğunda klasik kutu tipi hoparlörler bulunuyordu. Ancak dönemin yeni “S” serisi ribbon sürücüler, farklı kabin tasarımı ile diğer Quad modellerinden ayrılmıştı benim açımdan. İşin en güzel tarafı, ürünlerin taşıdığı fiyat etiketleri hifi dünyası açısından makul seviyelerdeydi ve bu fiyat karşılığında sundukları etkileyici idi. “Z” serisi Quad’ın ribbon sürücülü hoparlör serilerinin en tepe noktası. Bu yazımızda “Z” serisinin en küçük üyesini konuk ediyoruz.

Quad Z-1 kutusunu açtığımda insanı etkileyecek bir güzellik ortaya çıktı; müthiş bir piyano lake cila ve kırmızıya çalan gül ağacı kaplama. Hoparlörleri kutudan çıkarttığım zaman Quad cephesinde görmeye alıştığımız klasik dörtgen formların bir kenara bırakılarak çok daha farklı bir tasarım yapılmış olduğunu görüyoruz. Hoparlör arkaya doğru belirli bir açı ile daralırken, üst kısmında da düz bir form yerine eğimli bir yapı tercih edilmiş. Siz söylemeden ben söyleyeyim, yeni nesil Sonus Faber hoparlör tasarımlarına benziyor evet. İşçilikte en az o kadar özenli ve iyi. Bu arada Sonus Faber’i, günümüzde en çok tanınan hoparlör markalarından birisi olduğu için yazdım ancak bu tarz tasarım çok eskilerden beri kullanılıyor. Quad tasarımcıları bu özel hoparlörde kendilerinden pek alışkın olmadığımız bir hoparlör kabini ortaya çıkartmışlar. Valla çok güzel olmuş!

Hoparlör, bir raf tipi hoparlör olmasına rağmen oldukça hormonlu diyebiliriz. 383 x 219 x 283mm boyutlarındaki hoparlörün ağırlığı 6.5Kg civarlarında. Piyano lake cilaya sahip iki renk seçeneği var, siyah ve fotoğraflarını gördüğünüz gül ağacı kaplaması. Açık konuşayım gül ağacı kaplamayı gördükten sonra siyah rengine dönüp bakmam ben şahsen. Tabii ki zevk meselesi.

Hoparlörün ön bölümüne baktığımız zaman oldukça büyük boyutlardaki ribbon sürücü dikkat çekiyor. Hemen üzerine güzel bir Quad logosu eklenmiş. Mid/bas sürücünün çerçevesi de ribbon sürücü ile aynı metal kaplamaya sahip. Alt bölümde ayrı bir siyah bölüm dikkatinizi çekmiştir. Özel olarak tasarlanan bu bölüm aslında bas refleks portu olarak görev yapıyor. Kutu içeriğinde tabii ki toz koruma kapakları da bulunuyor.  Günümüze birçok hoparlörde gördüğümüz üzere mıknatıslı tasarlanan bu kapakların hemen alt bölümünde geleneksel Quad amblemi bulunuyor. Hoparlörün müthiş güzel ön tasarımını görünce ben olsam o toz kapaklarını kutusuna koyarım. Ama karar sizin tabii …


Hoparlörün arka bölümünde hemen dikkat çeken şey dev boyutlardaki “80th Anniversary” yani 80. yıldönümü etiketi. Hoparlörün bilgileri ve seri numarası da buraya eklenmiş. Hemen alt kısımda yine hoparlörün ön tarafında gördüğünüz renk şemasına sahip metalden üretilmiş özel bir yuva içerisinde her kanal için birer çift konektör bulunuyor. Bu konektörlerin kalitesi birinci sınıf.

Hoparlörün mid/bas sürücüsü kevlar yapıda. 150mm boyutundaki sürücü, firmanın verdiği bilgilere göre akustik filtreli bas refleks sistemine sahip. Bu çift hazneli filtre sistemi sayesinde titreşimler sönümlendiriliyor. Benim anladığım kadarı ile hoparlör içerisinde farklı bölümler oluşturulmuş. Özellikle bas refleks portu için özel bir tasarım yapılmış ve bir nevi köpük diyebileceğimiz bir madde ile doldurulmuş daha önce bahsettiğim alt kısımdaki siyah bölüm tek başına bir port vazifesi görüyor.

Hoparlörün tiz sürücüsü  ribbon yapıda. “S” serisindeki sürücülerin neredeyse iki katı yani 90x12mm boyutlarındaki sürücüler özel olarak tasarlanmış. Her ne kadar bizler için ribbon sürücüler Quad cephesinde yeni bir şey olsa da, aslında evveliyatı 1949 yılına kadar gidiyor.  İlk kez Corner Ribbon serisinde 1949 yılında meraklılara sunulan ribbon sürücülü Quad hoparlörler zamanında bayağı övgü almış ancak zaman içerisinde sorunları ve kırılganlıkları ile kullanımdan kalkmışlar. Quad tasarımcıları son yıllarda bu tasarımdaki kırılganlık sorunlarını yeni teknoloji İle çözünce Quad hoparlörler yeniden ribbon sürücüler ile donatılmaya başlanmış.

Hoparlörün teknik özelliklerine bir bakış atmak gerekirse hassasiyet (1W @ 1m) 86db. Önerilen Amplifikatör Gücü 40-150w. Güç Kullanımı (Tepe Değer) 100w. Peak SPL 102dB. Nominal Empedans 8Ω. Min. Empedans 4.6Ω. Frekans Tepkisi (+/- 3dB) 56Hz – 20kHz şeklinde verilmiş. Bana sorarsanız bu değerlerin hiçbir önemi yok, biz nasıl bir performans elde edebileceğimize bakalım. Haydi gelin dinleme notlarına göz atalım.

İkinci Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Jamo DS-5 Bluetooth Hoparlör Bölüm 2

$
0
0

Ben Jamo DS-5 denemelerimde birkaç farklı senaryoyu denemeye çalışacağım. İlki bilgisayar sistemime bağlayarak müzik dinleme, film seyretme ve oyun oynama sırasındaki performansına bakacağım. İkinci senaryoda küçük bir ofis veya odada müzik dinleme için kullanacağım. Son olarak ise yine küçük bir dinleme alanında bir müzik seti gibi kullanacağım.

İlk senaryoda bilgisayarıma bağlamak ile başlayalım. Monitörlerimin iki yanına yerleştirdim. Ses kartı olarak anakartımın üzerindeki standart modeli ve bunun haricinde yine masaüstü sistemimde günlük olarak kullandığım iFi Nano iDSD DAC’ımı da devre soktum. İlk olarak oyun deneyimlerimden başlayayım. Eğer rekabetçi bir oyuncu değilseniz ve çevresel ses sizin için önemli değilse  Jamo DS-5 görüntüsünden çok daha başarılı bir performans veriyor. Alt frekanslar böylesine bir hoparlörden bekleyeceğinizden daha etkileyici iken, yakın mesafe dinlemede bile konuşmaların neredeyse monitörünüzden geliyormuş hissi vermesi ancak çevresel seslerin her iki yandan sizi sarıp sarmalaması gerçekten dikkat çekici. Aynı durum film seyrederken de geçerli. Müzik performansı da gerçekten başarılı gözüküyor. Özellikle DAC tarafından beslediğim zaman başarılı bir ses elde etmeyi başardım. Bu hoparlör masaüstündeki ambiansa önem veren kullanıcıların çok hoşuna gidecektir eminim ki. Mesela bir Mac yanında harika gözükecektir DS-5.

İkinci senaryoda ofisimde müzik dinlemek için özellikle Bluetooth performansına odaklanıyorum. Bağlantı gayet kolay şekilde yapılıyor. Farklı tarzlardaki albümleri peşi sıra dinlemeye başlıyorum.  Elektronik müzikler dahil olmak üzere bas performansı bu boyutlardaki bir hoparlörden beklentilerinizin oldukça üzerine çıkacaktır. Ben açıkçası bayağı şaşırdım. Ancak tasarımcıların bu hoparlörleri sadece etkileyici bas vermesi için tasarlamadıkları belli oluyor. Küçük müzikal gruplar özellikle de akustik performanslar gayet detaylı bir sunuma sahip. Jamo hoparlör deyince belki ön yargılarda dolayı özellikle orta frekanslar açısından sorun olabilir gibi bir düşünceniz varsa onu unutun. Örneğin Adele’nin harika “25” albümünden Hello şarkısını dinlediğimde gayet keyifle vakit geçirdim.

Bu senaryoda müziğin çok detayına girmeden 20m2’lik bir odayı müzikle doldurmak açısından DS-5 benden olumlu puan alıyor. Özellikle yapısından dolayı odayı müzikle doldurmak tabiri gerçek anlamda oluyor diyebilirim.

Şimdi gelelim işleri biraz ciddileştirmeye. İlk olarak kendi standart pikabımı özel bir kablo kullanarak Jamo DS-5’e bağlamakla başlıyorum işe. Michell Gyrodeck ve SME 5 kombinasyonu belki bu işler için abartı bir kombinasyon olacak ama üst sınırı bulmak bu tarz testlerin hedefi. Analog kaynağımı 3.5mm ile kullanırken, dijital tarafta Bluetooth bağlantısı ile aslına bakarsanız tam anlamı ile bir müzik seti oluşturmuş oluyorum. Siz böyle bir kombinasyonda tabii ki çok daha makul mantıklı bir pikap kullanabilirsiniz.

Farklı müzik tarzlarından albümleri dinlemeye başlıyorum. Leonard Cohen’in “Songs of Leonard Cohen” plağı ile başlayalım. Bu tarz hoparlörlerin genelde iyi performans gösterebileceği bir plak bu. İlk olarak gitar tonlarına ve vokallere odaklanıyorum. İlginç bir şekilde sonuç keyifli. Hoparlörleri stabil bir yere koyarsanız yani sağlam şekilde durduklarında gayet güzel performans gösteriyorlar. “Suzanne” şarkısı bildiğiniz keyifle akıp gidiyor. Caz tarafında daha karmaşık ve kalabalık orkestralarda da detay seviyesi bu tarz bir hoparlöre göre başarılı. Hoparlör saçmalamadan odayı müzik ile dolduruyor. Burada saçmalama dediğim şey karmaşık pasajlarda hoparlörlerin kontrolü kaybetmesi ve dağılmasıdır. Bu durum yok.

İşleri zorlaştırarak klasik müzik tarafında denemelerime devam ediyorum. Bu noktada beklentilerinizi biraz daha azaltmanızda fayda olabilir. Çok komplike eserlerde üst ses sınırına yakın bölgelerde hoparlörlerin detay seviyesinin bir noktadan sonra yeterli gelmediğini görebiliyorsunuz. Ancak burada şunu söylemem lazım, çok daha makul bir pikap ile böyle bir sorununuz olmayacaktır. Bu denli bir detay seviyesi elde etmeye calışmayıp oturup keyifle müzik dinleyeceksiniz sonuçta. Dediğim gibi benim amacım son noktaya yaklaşabilmek.

Rock tarafında ise işler keyifli. Alt frekansların başarısı ile daha sert müziklerde bile hoparlörler dağılmadan gayet başarılı bir sunuma imza atıyor. Gitar tonları, arka plan detayları bu boyutlardaki sürücülerden beklentinizin ötesinde olacaktır. Şunu hemen söyleyeyim. Son bir kaç senedir böyle lifestyle diyebileceğimiz sistemlerde çıta oldukça yukarı çıkmış durumda. Evet klasik bir müzik setinin veya üst sınıf aktif hoparlörlerin performansına erişmek mümkün değil ancak makul ölçülerdeki bir oda içerisinde bir pikap ve bluetooth bağlantısı ile Spotify vesaire servislerden keyifle müzik dinleyebilmek mümkün.

Asıl önemli olan ise ev ahalisinin karmaşık müzik setlerimiz ile uğraşmak yerine bu tarz bir cihaz ile keyifle müzik dinleyebilmeleri. Böylelikle hem siz pahalı müzik sisteminizden ev ahalisini uzak tutarsınız hemde örneğin eşiniz oturup kolaylıkla müzik dinleyebilir. Size bir şey söyleyeyim, zaman içerisinde özellikle yorgun argın olduğunuz zamanlarda müzik setinizi açmaya üşendiğinizde bir bakarsınız sizde bu tarz bir hoparlörden müzik dinliyor halde bulursunuz kendinizi. Bana çok oluyor :)

Gelelim işin parasal yönüne. Bu yazıyı okuduğunuz günlerde markanın Türkiye mümessili Forum Audio bu hoparlörlerde bir kampanya yapmış durumda. 1.125TL karşılığında bu hoparlörleri satın alabiliyorsunuz. Jamo DS-5 üretim kalitesi ve tasarımı ile birinci sınıf bir aktif hoparlör. Ses tarafına baktığımızda ise bu boyutlardaki bir hoparlörden ne bekliyorsunuz onu karşılıyor. Bağlantıların kolaylığı, atmosfer yaratma konusundaki başarısı benden tam puanı hak ediyor. Bu tarz bir hoparlör arıyorsanız ancak tasarım detayları sizin için öncelik ise, tasarım ile beraber ses kalitesinde de belirli bir çıtanın üzerinde bir arayışınız varsa Jamo DS-5 bence bakmanız gereken ürünlerden bir tanesi.

Jamo DS-5 Bluetooth Hoparlör
Çıkış Gücü : 2 x 20 W Frekans Aralığı : 60 Hz – 15 kHz Tweeter : 15 kHz Woofer: 3 “, 4Ω, 20 W Girişler : Bluetooth®, AUX Renk : Siyah veya Beyaz Ölçüler : 254 x 114 x 152mm Aksesuarlar: Hoparlör kablosu, AUX kablosu, güç kaynağı, uzaktan kumanda
Fiyat: 1.125,00 TL (Nisan 2018 itibarı ile kampanyalı fiyat) / online satın almak için tıklayınız
Temsilci: Forum Audio / www.forumaudio.com

İlk Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız

Benzer Yazılar

Viewing all 69 articles
Browse latest View live


Latest Images